İsrail’de Netanyahu’nun kazandığı seçimler sonrasında Filistin-İsrail meselesine dair karamsar resmin geçerliliğini koruduğu söylenebilir. Amerikan Yönetimi aldığı tek taraflı kararlarla Netanyahu’ya seçimi altın tepside sunarken, beraberinde zaten can çekişen barış sürecinin de altını oydu maalesef. ‘Yüzyılın anlaşması’ şeklinde pazarlanan ve yüzyılın başarısızlığına dönüşme ihtimali çok yüksek olan Kushner-Grenblatt planı, barış süreci denen olgudan geriye ne kaldıysa onu da ortadan kaldırma potansiyeline sahip.
Sürdürülebilir bir barış için önümüzde beş temel engel var. Bu engellerin hepsi maalesef birbiriyle bağlantılı. Amerikan tek taraflılığı listenin başlarında yer alıyor. Kudüs, büyükelçiliği taşıma, Golan gibi ABD’nin tek taraflı olarak aldığı kararların uluslararası hiçbir meşruiyeti yok. Fakat süreçteki baskın rolü sebebiyle bu kararlar, ABD’nin çözümün değil sorunun parçası olduğunu gösterir nitelikte. ABD bu kararlarla sadece sürecin altını oymuyor aynı zamanda uluslararası normların ve başta BM olmak üzere uluslararası kuruluşların altını oyuyor. İsrail hükümetinin zaten asgari seviyede olan müzakere motivasyonunu ortadan kaldırıyor.
İsrail siyasetindeki radikalizasyon da engellerden bir diğeri. Netanyahu’nun neredeyse merkez kabul edileceği, radikalleşen ve aşırıcı sağcılaşan bir siyasi gerçeklik var İsrail’de. Yerleşimci aktiviteler artarken, yerleşimci mantalitesi de siyasete hakim oluyor. İsrail’in barış yanlısı çevreleri baskılanıyor.
Filistin siyasetindeki bölünmüşlük de maalesef giderilemeyen bir sorun. Sorunun bir Filistin’in iç siyasetine bir de bölgesel meselelere bakan tarafı var. Bölgesel rekabet, Araplar arası çekişmeler, ideolojik gerginlikler Filistin’e olumsuz olarak yansıyor.
Uluslararası kuruluşların pasifliği çarpıcı düzeyde. Süreç neredeyse ABD’ye bırakılmış durumda. ABD de yukarıda anlatılan sebeplerden dolayı süreci çözüm vaadiyle tıkıyor. Buna mukabil kapasite geliştirmeden siyasi baskıya kadar uzanacak geniş bir skalada uluslararası toplumun yapacağı birçok şey varken süreç ABD’nin tek taraflılığına terk edilmiş durumda.
Ve tabii ki bölgesel kaos etkilerini Filistin’de de bariz bir şekilde gösteriyor. Suriye krizi, Mısır darbesi gibi gelişmeler Filistin’i ikinci plana attı. Birçok devlet Filistin’le ilgilenemezken, İsrail de bunu bir fırsat bilip işgalini derinleştirme ve ‘el yapımı gerçeklikleri’ dayatma yolunu seçti. Körfez içi rekabet, İran-Körfez çatışması ve Ortadoğu’nun geneline yayılan kamplaşmalar Filistin’i de vurdu. Filistinliler iki arada bir derede kaldı. Az sayıda da olsa bazı Arap devletleri Filistin konusunda geleneksel Arap çizgisinden İsrail-ABD çizgisine doğru kayarken, Filistinliler ve çizgisini koruyan Arap devletleri bu kayışın baskısıyla karşı karşıya kaldı.
Bu engeller ortadan kalkmadan süreçte somut ilerleme beklemek gerçekçi değil.