Osmanlı çok geç kalmış bir şekilde taba sisteminden millet sistemine geçmeye çalıştı. Bu sistem bize dair değildi ve peşinen büyük bir risk içeriyordu. Eskiden yeniye hızla geçerken yaşanacak boşlukta bizi ne birarada tutacaktı
***
Tanzimatçılar anayasal düzende inşa edilecek “Osmanlılık” formülü ile sorunun giderileceğini umdular. Osmanlı, çok dinli bir imparatorluktu ve müslimler ile gayrımüslimler padişahın tabasıydı. Ancak yeni sistemde vatandaş/birey öne çıkıyor, hepsi eşitleniyordu.
***
Osmanlılık müslimleri ve gayrımüslimleri bir arada tutamadı. Her iki taraf da bu yeni durumdan tatmin olmadı. Müslümanlar böyle tepeden inme bir değişikliği benimsemediler, Hıristiyanlar yeni devlette kendilerini göremediler.
***
Abdülhamid bu ciddi eksikliği görerek “İslamcılığa” yöneldi. Halifeliği etkin biçimde küresel düzeyde kullanmaya başladı. Birçok millet, ırk ve mezhepten oluşan bir imparatorluğu ayakta tutmak için dini birliğin önemi büyüktü.
***
Tüm bunlar bir millet olmanın, olabilmenin sancılarıydı aslında. Bir üst kimlik kurmanın, bunu modern manada yapmanın mecburiyeti ülkeyi yönetenlerin sırtındaki hep bir yüktü.
***
İttihatçılar daha modern bir kavram olan ırk üzerinden üst kimlik ve tek millet olma işini çözmek istediler. Yani ümmetin yerine Turan geliyordu. Büyük Turan Devleti.
***
Mustafa Kemal döneminde daha mütevazı sınırlar içinde Türklük ön plana çıkacaktı. Yeni bir ülke, yeni bir millet buradan doğacaktı. Arzulanan, kurucuların kafasındaki ideolojiyi benimsemiş bir yekpare bütün ortaya çıkamaktı.
***
Bugün görüyoruz ki, bu hikaye bütün okunursa anlamlı ve değerli. Sanırım millet olmak dinamik bir süreç. Toplum asla teke indirgenemiyor, mutlaka kendi çoğullluğunu ve azınlığını yaratıyor. Bununla kavga etmek anlamsız.
Sadece bu evrensel kuralı içeren yaklaşımlar bize millet olmanın formülünü verebilir.