Yeni dünya düzen(sizliğ)i arefesinde Türkiye’nin alacağı tavırlar konusunda kabaca iki eğilim olduğunu söyleyebiliriz.
Bunlardan ilki, Türkiye’nin Batı kampında olduğu ve 1952’den beri süregelen politik hattın içinde kalınması gerektiğidir. Türkiye, ABD ve AB ekolü içinde bir sarkaç gibi gelip gitme özgürlüğüne bir nebze sahiptir. Zaten geçmişte siyaset yapan çoğu aktör, sırtını ya birine, ya ötekine dayamış, dayamak istemeyen de Menderes, Özal ve Erbakan’ın kaderine maruz kalmıştır.
Burada cümlenin devamında şu argümanlar da işitilir: Türkiye kendi kaynakları ve gücü ile bağımsız politika geliştirme olanaklarına sahip değildir. Böyle bir yola girenler de ülkeyi sonu olmayan bir maceraya sürüklemekte, beka sorunu yaratmaktadır.
Sadece klasik Batıcı kesimler bu şekilde düşünmez. Bu eğilim sanıldığından daha yaygındır. Tabii Türkiye’ye dönük bu mandacıvari acziyet açıkça telaffuz edilemeyeceği için, daha çok tartışmalar “eksen kayması”, “rejim tehdidi”, “laiklik tartışması” şeklinde tezahür eder. Bu manada da AB üyeliği süreci bir teknik mesele olmaktan çıkmış, bir tür vesayet üreten cihaza dönüşmüştür. Aynı şeyi ABD ve NATO ile ilişkiler için de söyleyebiliriz.
Diğer görüş ise, Türkiye’nin herhangi vesayet kabul etmeden, eşit ilişkiler bağlamında daha bağımsız politikalar geliştirmesi gerektiğidir. Ancak bu görüşü taşıyan politik figürlerin sonu felaket olmuştur. Nedeni, sırtını dayayabileceği bir güç odağı olmamasıdır. Bunun dışında sandıktan çıkan yönetimler ve politik aktörler, hem sandık desteğini sürdürebilir kılamamışlar, hem de güçlenmek adına yeterli hamleleri ya yapamamışlar, ya engellenmişler, ya da başarısız olmuşlardır.
İkinci ekolü benimseyen Recep Tayyip Erdoğan ve AK Parti, son 15 yılda işte bu güç oyununda, terazideki dengeyi milli irade ile sağlamayı başarabilmişlerdir. Bu büyük bir iştir. Doğru politikalar ülkeyi güçlendirmiş, toplumsal özgüven artmış, dünyanın içine girdiği konjonktürün olumsuzlukları yanında olumlu rüzgarlar da iyi kullanılmıştır.
Milli irade, Cumhurbaşkanlığı sistemi ile kurumsallaşmıştır. Rotayı geriye döndürmek için 2019 seçimleri bazında elden gelen yapılacaktır, ancak millet kazandığı hakkı algı operasyonları ile geri vermez. Bunun için 15 Temmuz gibi işgal ve şiddet gereklidir ki, bunu da millet püskürtmüştür, püskürtecektir.
Türkiye artitmetik değil, geometrik olarak büyümek zorunda olan bir ülke olarak, ona tanınan dar sınırlar içinde değil, cesur hamlelerle ezber bozmak zorundadır. Bilakis bu dar sınırlara boyun eğmek beka sorunu yaratır.
Kaldı ki, içinde olduğumuzu varsaydığımız kamplar da artık yoktur. Katı olan her şey buharlaşmaktadır. İlk seçenekte zemin kırıldığı için anlamlı bir tartışma ancak ikinci seçenek içinde yaşanabilir.
Türkiye’nin ergenlik dönemini ardında bırakarak, olgunluk dönemine geçmesi elzemdir.