Dünyadaki toplumlar ve tarihsel süreçte yapısı değişime uğrayan devletler, birbirlerini yok etme güdüsünü kontrol altına almadan kaynakları paylaşma konusunda istekli olmadılar.
İki dünya savaşı bu başarısızlığın sonucuydu ve Batı’yı bizzat evinde vurdu. Kolonyalizm rekabeti, Osmanlı’nın yıkılması üzerine girişilen pay kapma kavgası sonunda Avrupa’nın da infilak etmesine yol açtı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yeryüzüne inen cehennemin sonuçlarından ders çıkartıldığı ifade edilse de, aslında pek öyle olmadığını daha sonra yaşananlarla tanık olduk.
Türkiye’nin hedef seçilmesi de bu hikayenin bir parçası. Sömürülmeyi reddeden ve kendi milli çıkarlarını korumaya çalışan devletler, Türkiye dahil düşman görülüyorlar. Türkiye, şu anda dünya ticaretinden rahatsız edici bir pay almasa da, diğer gelişen ülkelerin de buna katılmasıyla ileride büyük potansiyel haline geleceği öngörülüyor. Türkiye, Irak petrolleri ve bölgedeki enerji projelerinde rol oynamaya başlayıp, İran ile ticarette aktör olunca FETÖ devreye sokularak 17/25 Aralık darbesi yaptırıldı. Bunlar başarısız olunca “eli artırdılar” ve 15 Temmuz’a yeltendiler. Şimdi ise ellerindeki terör örgütleriyle Türkiye’nin iç barışını bozmaya ve bir mezhep/etnik fay hattı yaratmaya çalışıyorlar.
Aslında bunlar günübirlik bir kararın sonucu gerçekleşmiyor. Ülkede kutuplaşmayı üzerinde etkili oldukları yerli aktörler ile yaratma planını uzun zamandır uyguluyorlar. Bu planı kendi medya ve sözde sivil toplum örgütleri, ekonomi otoriteleri ve uluslararası kurumlarıyla desteklediler. Aynı şeyi “Batılılaşma” üzerinden “Şark Sorunu” ile 19. Yüzyıl’da Osmanlı’ya da yapmışlardı. Biz o zaman bu oyunu engelleyemedik, hep birlikte büyük bedel ödedik.
Dolayısıyla, bugün terör örgütleri ve finans kapitalin hamleleriyle yapmaya çalıştıkları şey de aynı. Amaç aynı, hedef aynı, sadece araçlar daha sofistike ve daha görünmez.
“Kutuplaşma”, “Diktatörlük” ve “Otoriterleşme” misyonerlerinin analizlerinin doğru olmadığını, tepede yaratılan simülasyonun bu ülkenin toplumsal gerçeğiyle uyuşmadığını yıllardır hep ifade ettik; hatırlarsınız.
Nitekim halk bunu Gezi’den beri ama özellikle 15 Temmuz’daki tavrıyla kanıtladı. İlk üç günden sonra sekülerler sokaktan çekilmeye başladı. Yıldönümünde ise sahada sadece DHKP-C vardı. 15 Temmuz’da ise topluca destansı bir milli duruş sergilendi.
Genar’ın kutuplaşma üzerine yaptığı son anketteki verilerde, üst yapılarda görünen ile toplumda varolan gerçeklik arasında derin bir fark görülüyor. Araştırmanın analiz kısmında şöyle deniyor:
“Toplumsal kutuplaşma tartışmalarında tekil örnekler üzerinden kamuoyu oluşturma ve manipülasyon konusu edilen tutumların gerçekliğine ilişkin bir algının toplumda büyük oranda var olmadığı açık bir şekilde görülmektedir.”
Araştırmada kutuplaşma söyleminin kasıtlı gündemin ilk sırasında tutulduğu da ifade ediliyor.
İşte Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “milli seferberlik” ve “Kavgayı bırakalım, birlik içinde olalım” çağrısı da bu sebepleydi.
Türkiye mezhep ve etnik fay hatları olmayan ve Ortadoğu’ya model olabilecek tek ülke. Bu kaleyi de çökertmeye çalışıyorlar.
Bundan kimseye fayda gelmeyeceğini Suriye’deki durumdan zaten biliyoruz.
Ülke ciddi tehditler altındayken o ülkeyi ortak değerleri ayakta tutar.
O yüzden sahip olduğumuz bu değeri, tüm farklılıklarımızla birlik olarak koruyacağız. Türk, Kürt, seküler, muhafazakar, Sünni, Alevi, solcu, milliyetçi kalabilememizin, kendi aramızda çekişmenin bile asgari koşulu, bir vatana sahip olmaktır.
O vatan tehdit altındayken, kavgaları unutup, cephede beraber olmak gerekir.