Dünyada, benzeri belki yüz yılda bir görülecek büyük bir kırılma yaşanıyor, Türkiye'de de onun etkileri hissediliyor.
Ekonomik tabanlı bu tarihi dönüşümün sosyal ve siyasal alanda travmaları yaşanacak, kaçınılmaz.
Başbakan Erdoğan, Kızılcahamam konuşmasında, ÖTV artışlarını savunurken 'sonumuz Yunanistan gibi olur' korkutmasını yapmıştı.
İki hafta kadar önce İlber (Ortaylı) Hoca beni iki yabancı akademisyen arkadaşıyla bir akşam yemeğinde tanıştırmıştı. Türk dili, tarihi ve kültürü üzerine çalışan yabancılar oldum olası ilgimi çekmiştir. Bir Amerikalı'nın (Walter Andrews) yıllarca divan edebiyatı üzerine incelemeler yapmasına hayran olmamak imkansız. O akşam Yunanlı araştırmacı Christos Retoulas'ın bizim tasavvuf geleneğimizi, Vahdet-i Vücud felsefesini, Atatürk laikliğini nasıl anlattığını ilgiyle ve biraz da şaşkınlıkla dinlemiştim. Gazetemizde 3 Ekim'de kendisiyle yapılan çok çarpıcı bir röportaj da yer aldı. Atatürk hayranı olan Retoulas o akşam Yunanistan'daki derin ekonomik krizi yorumlarken, 'Şimdi sizlere bakıyorum da on yıl önceki kendimizi görüyorum. Aman dikkat edin sonunuz bizim gibi olmasın' demişti. Sokaktaki gözlemlerinden yola çıkıyordu. Lüks harcamalarımızı, üretmeden tüketmemizi ve günlük hayattaki israfı kastettiğini söylemişti.
BİR DAHA AYNI BEDELLERİ ÖDEMEYELİM
Dev gibi bir ekonomik krizin ortasındayız, şu ana kadar ülke olarak sağlam durduk. Geçmişte ağır faturalar ödediğimiz için de tecrübeliyiz. Ama hazır ivmemiz pozitifken ithalata dayalı aşırı tüketim konusunu toplumsal olarak düşünmemiz gerekmez mi?
Siyasi sebepler ağır basıyor ama ekonomik gerekçeleri yadsınamaz. Arap Baharı dediğimiz isyan dalgası Batı'nın liberal ekonomi kalelerini sarsıyor. New York ve Londra gibi kapitalizmin yıkılmaz surlarında gedik arıyorlar. Üç-dört yıl önce Paris sokaklarında ilk kıvılcımları atılmıştı. Şimdi İspanya, İtalya gibi ülkeler iflas ediyor. Önceki gün rakamlar açıklandı, İngiltere'de işsizlik son 17 yılın en kötü oranlarına ulaşmış. Hele genç işsizlerin boyutu sosyal çalkantılar için alarm veriyor.
Bugüne dek hiç görmemiştim, Almanya uluslararası televizyon ve gazetelere ilan vererek tanıtım ve yatırım arayışına girişmiş. Ki; o Almanya halen Avrupa'nın çalışan tek motoru konumunda.
Ajanslara önceki gün Clinton'ın bir açıklaması düştü:
'Amerika ekonomik güç olmak zorunda.'
Öyle...
Süper güç kalabilmenin en başta gelen koşulu ekonomik sağlamlık, askeri caydırıcılık bile ondan sonra. 'Düzeltici savaş' kavramı da bize uluslararası çatışmaların hep ekonomi odaklı olduğunu gösteriyor.
Şenay Yıldız'ın AKŞAM'da dün yayımlanan röportajında Koç Üniversitesi Uluslararası Politik Ekonomi Profesörü Ziya Öniş, 'Liberal demokrasiler tehlikede' uyarısını yapıyor. Öniş'e göre Avrupa'daki sosyal kapitalizm çöküyor. Asya yükseliyor ama orada da demokrasi yok. Analizler çarpıcı, özetle dünyanın ekseninin kaydığını, hakim ideolojilerin değişim yaşadığını anlıyoruz. Gerçekten dünya çapında ve tarihi nitelikte bir dönüşümün tam ortasındayız, 'belirsizlik çağı'. Travması da ağır yaşanacak. Böylesi kritik süreçler mutlak surette iyi yönetim istiyor. Dünya bunu ne kadar başarıyor, çok tartışmalı. Maalesef geçmişte yaşlı kıtamızı büyük buhrandan (1929), Birinci ve İkinci Dünya savaşlarından çıkarma basireti gösteren bilge siyasetçileri şimdi üretmiyor uluslararası sistem.
Baksanıza, kapitalizmin simgelerinden PepsiCo dünya Başkanı Indra Nooyi de 'vicdanlı kapitalizme dönülmeli' diyor ve bunu devletlerin değil, iş dünyasının yapması gerektiğini söylüyor.
Artık iyice anlaşıldı ki; bu düzen böyle gitmeyecek. Gelecek çok farklı şekillenecek. Bunu bilerek pozisyon almalı. Bireyler de toplumlar da... Aman sonumuz Yunanistan gibi olmasın.