Türkiye'nin 'en kudretli isimleri listesi' yapılsa hiç kuşkusuz ilk beşe girerdi.
Fenerbahçe Başkanı olmasının yanı sıra, işadamı kimliği, serveti, ilişkileri ve mücadeleci karakteriyle 'sarsılmaz güç algısı' yaratıyordu.
Aziz Yıldırım, aynı zamanda 'bir iktidar merkeziydi'.
Karşılaştığı kişinin sosyal statüsü ne olursa olsun her gittiği yerde sevgi ve saygı görüyor, hayran gözlerle, biraz da korkuyla izleniyordu.
Ya şimdi! Gözaltına alındığından bu yana oluşan tabloya bakar mısınız...
Adeta bir linç kampanyası...
Öte yandan Cengiz Çandar'ı okuyorum... 'Helal olsun' diyorum. Öyle tek bir yazıyla değil, peş peşe, ısrarla düşündüklerini yazıyor.
Zeki Sezer'i görmüştüm geçenlerde, sade bir vatandaş olarak Tunalı Hilmi Caddesi'nde yürüyordu. Çok değil iki yıl öncesini hatırlayınca, 'Hayata dair alınacak ne çok ders var' diye düşünmüştüm.
Sonra Mesut Yılmaz'la karşılaşmıştım, Mehmet Cengiz'in kızının Çırağan'daki düğününde. Bir zamanların kudretli başbakanı... Aynı düğüne Recep Tayyip Erdoğan da geldi. Bugünün başbakanı...
Aynı duygular içindeydim. Kendimi Mesut Yılmaz'ın yerine koydum, salona o gözlerle baktım uzun uzun.
AZİZ YILDIRIM OLAYINDAN ÖĞRENECEKLERİMİZ
Üç dört gündür Aziz Yıldırım'la empati kurmaya çalışıyorum. Türkiye'ye bakıp, kim bilir neler hissediyordur şimdi. Sonra Ali Koç ve Nihat Özdemir... Dost oldukları nasıl belli. İlk dakikadan itibaren başkanlarının yanındalar. Üzüntülerini yüzlerinden, kederlerini seslerinden anlıyorsunuz. Ya ortadan kaybolanlar...
'Kendi ismi üzerinden güç ve güçlü üreten insanlar' bugünlerde Aziz Yıldırım konusunu iyi incelesinler.
Hissederek, anlamaya çalışsınlar.
'Gücünü kaybeden insanlara dayanamayan bir toplumuz biz.'
Biraz çocuksu toplum, 'güç bağımlısı'...
Kudretli değilse bile imajıyla kudretli olsun isteriz liderimiz.
Evet, 'lider kültü' egemen buralarda.
Hayranlık duymaya eğilimliyiz. Kahraman yaratmaya da...
Bir çeşit sarhoşluk hali. Adeta tapındığımız kişilere bir çeşit yarı tanrılık atfediyor, insan olduklarını unutuyoruz. Geçiş dönemindeyiz ya. Modern toplum haline gelsek, bireyselleşmeyi tamamlasak böyle olmayacak.
Siyasal, toplumsal veya sanatsal alandaki liderlerimizde kendimizde olmayanı, kudreti arıyoruz. Spor adamları da dahil...
Ne yazık ki; sadakat duygusu eksik, çok derinlerde gizli.
Kudretini yitirenden uzaklaşıyoruz. 'İnsan halleriyle' karşılaşınca yıkılıyoruz.
Otoritesine, kudretine bağımlıyız. Böyle kuruyoruz ilişkimizi.
Hayatın inişli çıkışlı yolculuğunda hayal kırıklığına uğramamız bundan.
Tepkimiz de acımasız oluyor.
Bağımlılığımız aynı zamanda korkuyu da içerdiğinden, 'düşen insan'dan kaçıyoruz, korkumuz da yitip gittiğinden...
KRAL ÖLDÜ YAŞASIN KRAL
Biz, siyasal liderlerimizi de, sanatçımızı ve aydınımızı da yalnız bırakırız sendelediğinde. Gönüllü sürgüne yollarız onları. Geleneğimiz böyle kurulmuş.
Bu topraklar 'Kral öldü yaşasın kral' şiarının en güçlü kök saldığı topraklardır.
Peki, toplumsal özelliğimiz böyleyse, kolektif psikolojimiz bu şekilde işliyorsa, 'kendisinden güç üreten insan' ne yapmalı, nasıl korunmalı?
Geçiciliğin farkında olacak.
Güç istencinin bir çeşit sarhoşluk olduğunu bilecek.
Kendisine atfedilen büyünün gerçek olduğu yanılgısına düşmeyecek.
Oynanan, zamanlı ve kurallı, belli şartlara bağlı ve bitimli bir oyun, bir illüzyondur...
Çok fazla gerçek görünür, hilesi budur, oyundur.
Etrafımızdaki hale, şahsımıza değil, temsil ettiğimiz güce ve statüyedir.
Kudretliyken zayıf düşmenin tecrübesi çok acıtıcıdır. Dayanılmazdır.
Temkinliliği asla elden bırakmamak gerek.
Kendisinde olmayan gücü sende bulunca karizman etrafında kenetlenen insanlar, kendi zayıflıklarını sende gördüğü anda kaybolurlar... Hiç değişmez bir kuraldır bu.