Bir şeyi özlemek, öncelikle onu bilmeyi, tanımayı; onun eksikliğini fark etmeyi, ondan uzak olmanın doğurduğu sonuçları açık seçik görmeyi gerektirir. İnsan bilmediği bir şeyi, tanımadığı bir kişiyi asla özlemezÖ Hayatın temposunun, içine sürüklendiğimiz mekik hareketler dizisinin, dijital kuşatılmışlığın bizi ne kadar sığlaştırdığını, güzellikleri görmemizi ne kadar engellediğini bilmem fark edebiliyor musunuz? Bırakın ayı, güneşi, yıldızları 'gece'yi bile unuttuğumuzu birilerinin galiba bize biraz hatırlatması gerekiyor... İnsanın, kendi kendini hapsetmeye başladığı zindanda kendini unutmaya başladığını söylemek, biraz abartı içerse de, herhalde yanlış olmamalıdır. Modern insan, her ne kadar itiraf etmese de, doğal olanı, insani olanı, evrensel olanı özlemektedir.
RAHMAN SURESİNİN IŞIĞINDA
Bakın Einstein ne diyor: 'Bir insan, bizim evren diye adlandırdığımız Bütün'ün uzay ve zamanda sınırlanmış bir parçasından başka bir şey değildir. Bununla birlikte o, kendi kişiliğini, düşüncesini, duygularını ayrı bir varlık olarak kabul eder. Bu bir tür optik yanılsama, bizi bir çeşit zindana kapatan bir yanılsamadır; çünkü orada sadece kendi özlemlerimizi görüyor ve sevgimizi bize en yakın olan çok az sayıda kişiye veriyoruz. Bu dar sınırlardan çıkmak ve kalbimizi bütün canlı varlıklara ve bütün ihtişamı içinde doğaya açmak bizim ödevimizdir. Kimse bu amaca tamamen ulaşamaz ama buraya ulaşmak için verdiğimiz çabalar kendimizi özgürleştirmemize ve içsel bir güven duymamıza katkıda bulunur.' İnsan var olabilmek, var kalabilmek için, evrenin dilini unutmamak zorundadır.
Evrenin dili aslında Tanrısal bir dildir. Kur'an, Tanrı'dan gelen bir 'öğüt' olarak, hem evrenin dilini anlamayı kolaylaştırır, hem de insanı her türlü yanılsamadan uzak tutmaya çalışır. İsterseniz, ne demek istediğimizi Rahman suresinin ilk ayetlerinin ışığında bir kez daha birlikte düşünelim: 'Rahman, Kur'an'ı O öğretti. İnsanı O yarattı. İnsana kendini ifade etmeyi O öğretti. Güneş ve ayı mükemmel bir hesapla yörüngelerinde hareket ettiren de O'dur. Bitkiler ve ağaçlar O'na secde ederler. Yine göğü özenle yükseltti, bir denge, bir ölçü koydu; ki siz (ey İnsanlar!) dengeyi bozup, ölçüyü kaçırmayın. Yine istikametle ölçüp biçin, ölçme değerlendirme yaparken haksızlık etmeyin. O, yeryüzünü bütün canlılar için hazırlamıştır. Orada çeşit çeşit meyveler, salkım salkım hurma ağaçları vardır. Yapraklı taneler ve hoş kokulu bitkiler vardır. Siz Rabbinizin nimetlerinden hangisini inkar edebilirsiniz?' (55/1-13)
Bu ayetler, esas itıbarıyla insan için, kendi koordinatları üzerinde bir düşünme davetidir. Kültür ve uygarlık dediğimiz her şeyin insanın 'kendini ifade etme' yetisiyle irtibatlı olduğu düşünülürse, evrendeki ölçü ile insanın insanlığını gerçekleştirebilmek için kullanmak durumunda olduğu 'ölçü' arasındaki ilişki daha iyi anlaşılabilir. İnsanın ölçüyü kaçırması, adaleti unutması sonuç itıbarıyla evrenin düzenine yönelik bir müdahale olmaktadır. Belki de 'kelebek etkisi'ni evrenin var kalmasını sağlayan ölçü üzerinden okumak gerekecektir. Bakın Kur'an nasıl uyarıyor: ''(Allah'ın buyruklarını umursamaz hale gelen şu) insanların kendi elleriyle yapıp ettikleri sonucunda, karada ve denizde çürüme ve bozulma başladı. Bu şekilde (Allah), belki (doğru yola) geri dönerler diye yaptıklarının bazı (kötü) sonuçlarını onlara tattıracaktır' (30/41).
ÇOK GEÇ OLMADAN
Diyoruz ki, çok geç olmadan, gelin hep birlikte biraz gecenin sessizliğine kulak verelim... Hoş, ışık kirliliği, gürültü kirliliği, 'gece'nin güzelliği üzerine bir kabus gibi çökmüş durumda... Olsun, isteyen insan, yeter ki istesin, bu kabus gibi örtüyü delebilir; gerçeğin pırıltılarını görebilir... Gecenin sessizliği, işitebilme yetisini kaybetmemiş kulaklara sessizliğin şarkısını getiriyor. Ağaçlar, sessizliği bozmamak için usulca kıpırdatıyor yapraklarını. Sadece çam ağaçları, sessizlikle bütünleşen bir şarkı tutturmuşlar; insanı insanlığın çocukluk çağına çağıran bir şarkı, belki de ana sesini taklit eden bir ninni... Dolunay, gecenin sessizliğine gümüş rengi bir örtü sererek kendince bir katkı sağlıyor. Ara sıra geceye başkaldıran köpek seslerinin de, sessizliğin gizemine saygı gösteren bir tonda boşluğa salındığını düşünüyor insan. Gecelere saygısız, gecenin mahremiyetini umursamayan, musikiden yoksun tek ses: Motor sesi. Gaza sonuna kadar basarken, çıkardığı gürültü kadar güçlü olduğunu zanneden, kendisini bindiği araba ile özdeşleştirirken değer kazandığını zanneden izansız insanın çıkardığı mekanik ses...
Modern insanın ruhen ne kadar yorgun olduğunu hissetmesi için, gecenin sessizliğinde, yıldızlara kurduğu hamakta, çam ağaçlarının bestesini duyabilmesi gerekiyor galiba... Hayatın temposu, insanı insan gerçeğinin çok ötesine savuruyor. Gecenin sessizliğinde evrenin dilini çözebilmek, insana yeni ufuklar açacaktır... Toprağa basamayan ayaklar, cesetlere basarak yükselmenin irtifa kaybı olduğunu asla fark edemezler. Evrenin dili, aslında varoluşun dilidir. Var kalabilmek, dinlemeyi, anlamayı ve ölçüyü kaçırmamayı gerektirir. www.hasanonat.net