Halk otobüsünden VIP salonlarına hemen her yerde ihtiyaç, usul, adap ve nezaket… Toplumsal hayatın düzenleyicisi. Çünkü yaratılış da usul üzerine kurulu. İnsan bedeninin ihtiyaç duyduğu kalsiyum, demir gibi mineraller dahi, yaratıcı tarafından zarif formlarda veriliyor hepimize. İçine, koku, tat katılıp, şekil ve renk verilerek… Topraktaki acı demiri bize bir sebze latifliğinde sunan, vitaminleri turuncu, kırmızı, yeşil meyvelere doldurarak veren bir Rabbimiz var. Ruhumuzun hoşluğunu gözetiyor. Ayın, güneşin, gezegenlerin uzay boşluğunda dönüşünün de bir ahengi, üslubu var. Makrodan mikroya her şey nezaket üzerine kurulu.
Bütün bunları görelim, hissedelim diye de insana duyu organları verilmiş. Şiir, mimari, müzik, bunların her biri insan ve kainat arasındaki bu zarif bağı tesis eden araçlar. Aksi halde altın oran bozuluyor. Bu nedenle İslam medeniyetinde sanat hayattan bağımsız değil ve tabiattaki bu ölçülü, ahenkli yapıya öykünme hali.
İnsanın kendisini tabiatın hükmedeni olarak konumlandırmasından bu yana, mimaride bozulan altın oran ruhun diğer ifade biçimlerine de yansıdı.
Ve elbette davranışlara, gündelik dile kadar uzanan bir değişim başladı. Eski İstanbul tekkelerinde sabah selamlaşması şöyle yapılırmış. Tekkeye giren derviş, ‘aşk olsun efendim’ der, ‘Aşkınız daim olsun efendim’ diye cevap alırmış.
Bugün bu dil zenginliğini, ilhamını aşktan alan hayat anlayışını kaybettik. Dilin bu kadar ince biçimde kullanıldığı bir toplumda ilişkiler de aynı düzeyde. Aklı selim, kalbi selim, zevki selim toplumunda her şey, usule ayarlı.
Dilde başlayan bu incelik mimariye kadar uzanıyor. Selimiye Camii yapılırken, minarelerin kalın yapıldığını görüp inceltilmesini isteyen padişahın, ‘Burası yüksek bir yer, incelirse yıkılabilir’ uyarısına, ‘Bizim gözümüzü, gönlümüzü yıkmaktansa rüzgardan yıkılsın’ diye cevap verdiği rivayet ediliyor. Gözü, kulağı, ruhu inceliğe, usule ayarlı bir toplumda her şey birbiriyle uyumlu.
Bugün halk otobüslerinden VIP salonlarına, hemen her yerde kaybettik nezaketi. Hızına yetişemediğimiz modern yaşam, hoyratlık içinde öğütüyor hayatın bütün altın oranı. Tabiattan koptuğumuz gibi onun altın oranından da koptuk. Gösteriş kültürünün, abartının çevremizi kuşattığı bir dünyada ruhumuzun reçetesi, sadelik. Leonardo Da Vinci, ‘sadelik en yüksek gelişmişlik düzeyidir’ diyordu.
İnsanlık, ilkel çağlardan uzaklaştıkça medenileştiğini iddia ediyor ama sanki yaşanan bu değil! Usul üzerine kurulu bir yaşamın ekosistemini yıktık.