2011'e büyük operasyonlar, gözaltı furyaları, dalgalar ve uzun tutuklular damga vurdu. Savunmanın nasıl bir değer olduğun anlamak için örnek hukukçu Mehmet Ali Sebük'ün hayatına bakmak yeterli olacak…
Savunma en yüce değer
Bana 2011'e bir isim koyun deseniz, hiç düşünmeden “Operasyon ve İddianame Yılı” derim. Cumhuriyet tarihimizin belki de en büyük en sansasyonel davaları aynı yıla sıkıştı. Ergenekon, KCK, Oda tv, Şike, Balyoz… Hal böyle olunca da hemen her gün bir büyük davanın müdafileri bilirkişileri ekranlarımızı süslediler. Ergenekon hakimi Köksal Şengün, şike soruşturmasını eğlenceli bir hale getiren Avukat Faik Işık'tan, KCK davasının sanığı olan avukatlara kadar onlarca hukukçu gündem yıldızımız oldular. Her akşam onları konuştuk, olan biteni anlamaya çalıştık.
Bütün bu hukuk savaşları içerisinde en çok tartışılan konu ise “Uzun tutuklamalar ve haksız yere verildiği iddia edilen hapis kararları” oldu. Telafisi mümkün olmayan bir ceza olan hapis kararları acaba doğru muydu? Ya da daha da ileri gidelim tutuklanan bir zanlı ya sonra beraat ederse? Bunun özrü olur mu?
Bakın size bir hukuk abidemizi anlatayım. Büyük bir ceza avukatımızın mücadeleyle dolu yaşam öyküsünü… 'Savunma'nın nasıl yüce bir değer olduğunu hep beraber görelim.
***
Adı Mehmet Ali Sebük… 1906'da Yugoslavya'da doğdu. Sonraki yıllarda ailecek göç ettikleri Kastamonu'ya yerleştiler. Kastamonu Lisesi'nin ardından Ankara Hukuk Fakültesi'ne girdi. Mezuniyeti sonrasında Paris Krimonoloji Enstitüsü ve Lyon Üniversitesi “Ceza Bilimleriî bölümünde eğitim aldı.
Türkiye dönüşünde hakimlik savcılık sınavına girdi. Kazandı. 1930'da Afyon Cumhuriyet Savcısı oldu. Ardından Zonguldak'ta hakimlik, Kars'ta yine savcılık görevlerinde bulundu. 1936 yılında Trabzon'da ağır ceza reisliği yaptı. 1938'de Yargıtay Başsavcı vekilliğine getirildi. 1942'de Ordu Cumhuriyet Savcılığı görevinden istifa ederek İstanbul'a döndü. Artık serbest avukatlık yapacaktı.
Asıl adını duyurması da bu dönemde oldu. Vatan gazetesinin avukatlığını üstlendi. Ceza davalarının yanı sıra basın davalarına da bakmaya başladı. Takvimler 1950'yi gösteriyordu. Vatan gazetesi başyazarı Ahmet Emin Yalman 12 yıldır cezaevinde yatan şair Nazım Hikmet'in af durumunu gündeme getirdi. Bir yazı dizisi hazırladı. Kamuoyu vicdanında kimseyi ikna edemeyen bir suçtan dolayı hapis yatan büyük şairin affedilmesini istiyordu. Davanın durumu hakkında gazetenin avukatı Mehmet Ali Sebük'ten görüş istedi. Sebük, dava dosyasını inceledi. Ona göre ortada adli bir cinayet vardı. Sadece 3. şahısların ifadelerine dayanılarak hazırlanmış bir iddianame ve hüküm vardı. Ne deliller ne de sanık ifadeleri böylesi bir ceza vermek için uygun değildi.
SAĞCI SEBÜK'ÜN 'NAZIM' MÜCADELESİ
Aslen sağ görüşlü olan Mehmet Ali Sebük'ün yaşamındaki kırılma noktası işte bu olay oldu. Savcılık döneminde yaşadığı olaylarında etkisiyle kendini hukuk cinayetlerine adadı. Ama önce 'solcu' Nazım Hikmet'in özgürlüğüne kavuşturması gerekiyordu.
Sebük, Nâzım'a af sağlamak üzere Ankara'ya gitti. Ankara'daki zevatı etkilemek için çantasına Nâzım'ın şiirlerini de koymayı ihmal etmemişti. Pelür kâğıdına yazılı şiirlerin en üstünde 'Kuvay-ı Milliye Destanı' duruyordu.
İsmet Paşa'yı etkileyeceğini düşünüyordu. Önce Adalet Bakanı Fuat Sirmen'i sonra Nihat Erim'i ziyaret etti. Nazım ve arkadaşlarının haksız yere on yıldan beri hapis yattıklarını anlattı. 'Bu bir hukuk cinayetidir yapmayınız' dedi. Ve çantasından çıkardığı Nazım Hikmet'in Kuvay-ı Milliye Destanı şiirini okudu. Bakanlara dönüp sordu. “Bunu yazan birisi orduyu isyana teşvik eder mi?î
Bakanlar etkilenmişlerdi ama elbette son söz İsmet Paşa'daydı. Mehmet Ali Sevük, Paşa'nın yanına çıkmadan Ankara'da gerekli resmi müracaatlarını da yapmaktan geri durmadı. İnfazın durdurulması için Yargıtay'a başvurdu.
Bütün bunlar olup biterken Bursa Cezaevi'ndeki Nazım ise açlık grevine başlamıştı. 5. gününü doldurduğu açlık grevinde revire kaldırılmıştı. Sebük, Nazım'a bir mektup yazdı ve açlık grevini bırakmasını istedi. Hukuksal yoldan bu haksızlığın önüne geçeceğini söyledi. Nazım açlık grevini bıraktı.
Ama Sebük'ün umduğu olmadı. İsmet Paşa Sebük'ü dinlemekle yetindi. Yasal olarak elinde bir şey olmadığını söyledi. Ülke zaten bir seçime gidiyordu. Sebük Ankara'dan dönerken Nazım'ın hakkını alamamıştı ama güçlü bir kamuoyu yaratmayı başarmıştı.
TAZMİNAT DAVALARI ONUN ESERİ
Artık tek çare seçimleri beklemekti. Seçimler Demokrat Parti'nin zaferiyle sonuçlandı. Mehmet Ali Bey'e göre adaletsiz yargılamaların en büyük merhemi olan “afî çıkmakta gecikmedi. Demokrat Parti iktidarının ilk yılında çıkardığı afla Nazım Hikmet özgürlüğüne kavuştu. Mehmet Ali Sebük bu mücadelesini kitaplaştırdı. Sadece bu kitapla da sınırlı kalmadı. “Af Bir Zarurettir” , “Memleket Krimonolojisi” “Krimonoloji” “Korkunç Adli Hata ve Nazım Hikmet'in Özgürlük Savaşı” adlı kitapları da yazdı.
Mehmet Ali Sebük, tüm meslek hayatı boyunca insan hakları mücadelesini bırakmadı. 1954 yılında DP'den İzmir milletvekili seçildi. Haksız tutuklamalara ilişkin onlarca soru önergesi ve teklif verdi. “Haksız Tevkifatlara Tazminat” yasasını o hazırladı. Yani bugün haksız yere hapse girenlerin açtıkları tazminat davası Mehmet Ali Bey'in sayesindedir.
Çünkü Sebük'e göre ‘Adalet demek insan sevgisi ve şefkat demek’ti.
1980 yılı 12 Eylül'ün de ise onu bir sürpriz bekliyordu. Türkiye Yazarlar Sendikası’nın bir gecesinde Nazım hakkında yaptığı bir konuşmadan ötürü bu kez sanık sandalyesine oturtuldu. İstanbul Baro Başkanı Orhan Apaydın'la birlikte yargılanıyordu.
AYDINLARLA BİRLİKTE SANIK SANDALYESİNDE
Türkiye Yazarlar Sendikası yönetiminde bulunmuş (aralarında İstanbul Baro Başkanı Orhan Apaydın'ın da yer aldığı) 17 yazar, Mehmet Ali Sebük ile birlikte yargılanıyordu.
Yargı sisteminin tuhaflıklarını o da ilk kez sanık sandalyesinden görmeye başladı. Hakim kimlik tespitinden sonra sordu: Okuma-yazmanız var mı?
Sebük ve Apaydın birlikte ayağa fırladılar. “Siz ne demek istiyorsunuz sayın yargıç!”
Hakim oldukça sakindi: “Sinirlenmeyin efendim, bu yasal bir zorunluluktur, bunu usta hukukçular olan ikiniz de bilmelisiniz”
Aslında soru biçimi hiç de yasal bir zorunluluk değildi. Orhan Apaydın da, Mehmet Ali Sebük de bunu sert bir biçimde dile getirdiler. Yazar sorgulamalarında teamülen yazara okuduğu son okul sorulurdu. Hakim aklınca onları aşağılamak istemişti.
Hayatını hukukun üstünlüğüne vermiş bir hukuk adamı bu yargılamadan incinse de aslında biraz hoşnuttu. ‘Türkiye'nin en büyük aydınlarıyla aynı davadan yargılanıyorum’ diye seviniyordu. Aziz Nesin, Adnan Özyalçıner, Kemal Sülker, Demirtaş Ceyhun, Asım Bezirci, Vedat Türkali’ye kadar onlarca aydınla birlikte sanık sandalyesindeydi.
Ancak yaşı ilerlemişti. Sağlık sorunları vardı ve yurt dışına çıkması gerekiyordu. Ancak yargılandığı için izin alması kolay değildi. İzin vermiyorlardı.
GÖRÜŞÜNE KATILMASA DA SAVUNMAK İSTEDİ
İşte tam bu günlerde Türkiye bir başka olayla sarsıldı.
7 Ağustos 1982 günü Zurab Sarkisyan ve Levon Ekmekçiyan Ankara Esenboğa havalimanına bir saldırı düzenlediler. Eylemlerinin adı “Erzurum Operasyonu”ydu. Asıl hedefleri askeri havaalanına gidecek olan Başbakan Bülend Ulusu’ya bir saldırı düzenlemekti. Ancak yanlış istihbarat sonucunda Ulusu’ya ulaşamayınca Esenboğa'ya yöneldiler. Başbakan'ı orada vuracaklardı. Ancak Asala militanları havalimanına girince fark edildiler. Ve silahlarını ateşlemeye başladılar. Ortalık kan gölüne döndü. 8 ölü 80'e yakın yaralı vardı. Saldırganlardan Zurab Sarkisyan orada yaşamını yitirdi. Levon Ekmekçiyan ise yaralı olarak yakalandı.
Ekmekçiyan Lübnanlıydı. Babası Hacj Ekmekçiyan İskenderun'dan sürgün edilmiş bir Ermeni ailesinin çocuğuydu. Annesi Efimya ise Adana'dan Beyrut'a göç etmişti. Babası birçok hemşerisi gibi kebapçılık yapıyordu.
Levon, Mamak'ta hücreye atıldı. Toplumdan ve diğer siyasi tutuklulardan tamamen tecrit edilmiş haldeydi. Ne patrikhane ne Ermeniler ne de ailesi ona sahip çıkmamıştı. Ankara'nın orta yerinde onlarca masum kişiyi öldürmüş bir Ermeni “terörist”ti o… 12 Eylül'ün karanlık günlerini de hesaba katacak olursanız Levon Ekmekçiyan'ın nasıl yalıtıldığını daha iyi anlarsınız.
Barodan avukat isteyip istemediği soruldu. 'İstemiyorum, gerek yok' dedi. İtiraflara başlamıştı. ASALA’NIN iç yapısı hakkında bilgiler veriyordu. Sorgusuna giren isim bizzat MİT'çi Erkan Gürvit'ti. Üç ay süren sorgulamalarındaki itiraflarının kendisini kurtaracağını zannediyordu. Ama öyle olmadı.
Levon Ekmekçiyan 7 Eylül 1982 günü 3. Nolu Sıkıyönetim Mahkemesi'nde yapılan ilk celsede idama mahkum edildi.
İşte tam bugünlerde ortaya yine Mehmet Ali Sebük çıktı. Sebük'e göre her ne kadar ağır suç işlemiş olursa olsun ve her ne kadar hakkındaki deliller su götürmez bir şekilde orta yerde bulunsun bir sanık tek celse de idama mahkum edilemezdi. Dahası avukatı olmadan hiç kimse hakkında idam cezası verilemezdi. Sebük, Ankara Barosu Başkanı Muammer Aksoy'a dilekçeyle başvurdu. 'Ekmekçiyan'a avukat tayin edin' dedi. ‘Ben mesleği bıraktım ama özel izin verirseniz savunmak isterim' diye ekledi. Muammer Aksoy ise çaresizdi. 'Sanık avukat istemiyor, yapabileceğim bir şey yok' diye cevap verdi.
Mehmet Ali Sebük pes etmedi. Sıkıyönetim Savcılığı'na başvurdu. 'Avukatsız sanığa idam verilemez' dedi. Yaşı ve sağlık sorunlarına aldırmaksızın bu haksız uygulamanın önüne geçmek istedi.
Sıkıyönetim savcılığı, Sebük'ü dikkate almadı. Sebük konuyu Avrupa'ya taşıdı. Yüksek mahkemelerden görüş aldı. Uluslararası Adalet Divanı'nın konuyu incelemesini istedi.
Ama Türkiye o yıllarda bu sesleri duyacak halde değildi.
Ellerinde bir “komünist ve caniî Ermeni vardı. Onu asacaklardı. Nitekim öyle oldu. Levon Ekmekçiyan 28 Ocak 1983 günü idam edildi. Cellat, çingene Hüseyin, yağlı ilmeği boynuna geçirdi.
Dini görevli gelmedi. Cenazesi Cebeci Asri Mezarlığı'na gömüldü.
***
Evet işte… Bir hukuk adamının onurlu mücadelesi böyle… Hiç inanmadığı görüşlerine asla katılmadığı, toplumdan yalıtılmış ve kamuoyu vicdanında çoktan idam edilmiş bir sanık bile olsa onu hakkını savunmanın hukukun evrensel kuralı olduğunu bize en iyi Mehmet Ali Sebük anlatıyor.
Onun hayatı bize her şeyin telafisinin olacağını ama haksız tutuklamaların ve hukuk cinayetlerinin olamayacağını gösteriyor.
Ve ne olursa olsun hukukun üstünlüğüne inanmamız gerektiğini…
Nur içinde yat Mehmet Ali Sebük!
Gurkanhacir.com
Twitter.com/gurkanhacir