Lafı hiç evirip çevirmeye gerek yok. Göz göre göre, göstere göstere cinayet işliyorsunuz. İnsan hayatı üzerinden siyaset yapıyor, prim toplamaya çalışıyor ve “ölüm oyunları” oynuyorsunuz.
Daha önce de yaptınız bunu. “Kırmızı Fularlı Kız” olarak adlandırdığınız Ayşe Deniz Karacagil’in eylemlerini kutsadınız. Adeta bir kahraman ilan ettiniz. Televizyonlara çıkarıp desteklediniz. Amiyane tabiriyle alabildiğine gaz verdiniz. Sonuç ortada: Rakka’dan cesedi geldi.
Şimdi de Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’ya aynı muameleyi yapıyorsunuz. Onlar 120 gündür “açlık grevini” sürdürüyorlar. Siz de sürekli olarak “durumları kötüye gidiyor” yaygarasını basıyorsunuz. Devleti baskı altına almaya çalışıyorsunuz. Adeta “ölseler de istismar çıtasını biraz daha yükseltsek” der gibisiniz.
Farkında mısınız?..
El ele verip, planlı ve sistemli bir cinayet işliyorsunuz!
***
Şimdi olayı başından ele alalım…
Nuriye Gülmen ve Semih Özakça, “eğitimci” sıfatına sahiptiler. Ancak, bizzat İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun açıkladığı gibi haklarında çok ağır iddialar vardı. DHKP-C terör örgütü ile organik bağ içinde olmakla suçlanıyorlardı.
Bu sebeple defalarca gözaltına alınmış, cezaevine atılmış ve daha sonra serbest bırakılmışlardı. Bu iki isimle ilgili suçlamalar uzayıp gidiyordu:
-Kamu malına zarar vermek.
-Silahlı terör örgütüne üye olmak.
-Kasten yaralamak.
-Terör örgütü propagandası yapmak.
-Kamu görevlisine görevini yaptırmamak için direnmek.
Durum bu olunca, devlet “böyle eğitimci mi olur” dedi. Yayımlanan Kanun Hükmündeki Kararname ile bu iki isim de görevlerinden alındı.
Kamu yapabilir mi bunu? Yetkisi var, yapabilir.
Hatta daha da ileri gidebiliriz. Devletin böyle bir görevi de bulunuyor. Bunu yapmak zorunda. Çünkü, Çocuk Haklarına İlişkin Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin altında Türkiye’nin de imzası bulunuyor. O sözleşme, çocukların terör ve terörün etkilerinden korunmasını emrediyor. En azından bu sözleşme uyarınca terör örgütüyle irtibatı olanların “eğitimci” sıfatı ile görev yapmaları mümkün değil.
Ayrıca, Türkiye’nin iç hukuk düzenlemeleri ve devlet olma vasfı da bunu gerektiriyor. Terör bir insanlık suçu olduğuna göre, hiçbir devlet terör örgütleriyle irtibatı olan kişileri bünyesinde barındıramaz, “eğitimci” sıfatıyla görevlendiremez, onlara aylık veremez.
Var mı itirazı olan?
Zaten olsa da bir sonuç vermez. Dünya bir araya gelmiş, terörü “insanlık suçu” saymış.
***
Buna rağmen, Nuriye Gülmen ve Semih Özakça, görevlerinden alındıktan sonra açlık grevine başladılar. Görevlerine iade edilmelerini istiyorlar. Bu eylemlerini, talepleri gerçekleşene kadar da sürdüreceklerini söylüyorlar.
Onları alkışlayanlar var.
Belli çevreler, ilk günden bu yana sırtlarını sıvazlıyorlar. Cumhuriyet başta olmak üzere bazı yayın organları sürekli destek halinde. Ankara’nın Yüksel Caddesi’ni mesken edinen terör yandaşları da eylemler yapıp, polisle itişip-kakışıyorlar.
Haberler yazıyorlar:
“Gülmen 59 kilodan 44’e, Özakça 86 kilodan 61’e kadar düştü. Artık ayağa kalkamıyorlar, yürüyemiyorlar.”
Hükümet’e göreve iadeleri için baskı yapıyorlar. İstismarın en çirkin örneklerinden birini veriyorlar. Ölüme doğru giden insanların üzerinden İktidar’a atışlar yapıyorlar. Onların sağlıkları ne kadar bozulursa, bunlar o kadar mutlu olacak gibi görünüyorlar. Baksanıza, bu eylemin sonlandırılması için çağrı yapmak yerine “onlarla gurur duyduklarını” bile söyleyebiliyorlar.
Tekrar ediyorum, göz göre göre cinayet işliyorlar! Bunu da “adalet” kavramının arkasına gizlenerek yapıyorlar!
Olay o noktaya kadar gider mi bilemem…
Ancak, Semih Özakça ve Nuriye Gülmen hayatlarını kaybeder ya da vücut bütünlüklerinde ciddi ve kalıcı bir hasar oluşursa, sorumluları bellidir: Birincisi, onlara “eyleme devam” diye baskı yapan DHKP-C terör örgütü, diğeri de açlık grevi üzerinden siyaset yapan ve algılar oluşturmaya çalışan bunlar.
Şimdiden ilan ediyorum.