TBMM Komisyonu'nda kabul edilen teklifin içeriği, karar alma süreci, doğurabileceği sonuçlar üzerindeki kavga ve tartışma devam ediyor. Tasarı Genel Kurul'a geldiğinde de bu durum devam edecek gibi. Bir uzlaşma ihtimali ise görünmüyor. Hazır, Meclis'in ringe dönüşmüş bu renkli görüntüsü rating de yapıyor. 'Severek izliyoruz' diyelim ve değerli vekillerimize hayırlı maçlar dileyelim.
Kavganın bu denli şiddetlenmesi derin endişelerden kaynaklanıyor, kuşkusuz. Kimilerinin en öncelikli kaygısı ortaokullar düzeyinde imam hatiplerin yeniden açılması; kız çocukların açık öğretim yoluyla eğitime yöneltilip okula gönderilmemesi; giderek yükselen okullaşma oranında geriye düşülmesi ve eğitim sisteminin İslamileştirilmesi gibi ihtimallerin varlığı.
Diğer grup ise 13-14 yaşına kadar dini ve mesleki eğitim alınamamasının bir eksiklik olduğu fikrinde ve bir kesimin açık öğretim kanallarının kullanılmaması nedeniyle imkansızlıktan çocuklarını okula gönderemediğini söylüyor. Üstelik dünyadaki eğitim modelleriyle 8 yıllık kesintisiz modelin de uyumlu olmadığı görüşündeler. Ortaokulların kaldırılmasını ve 6 yaşındaki bir çocukla 14 yaşındaki bir gencin aynı okulda okumasını da pedagojik olarak uygun bulmuyorlar.
Mesele kaygılar ve inatlaşmalar üzerinden gelişince iki görüş arasında bir uyum noktası yakalamak da imkansız. Kimisi 28 Şubat'ın tüm izlerini silme peşinde, kimi de 28 Şubat'ı 1000 yıl sürdürmek. 'Çocuklara ne olacak?' sorusu ise tüm bu savaşın tozu pisliği içinde en son akla gelen madde. Tasarıdan bağımsız olarak eğitimin yeni ilkelerine dair bazı gözlemler yapalım.
1- Bugünün çocuk ve gençlerinin eğitimi konusu geçmişteki pratiklerden gelen bilgilerle değerlendirilemez. Zira içinde yaşadığımız zaman dilimi iki uygarlık arasındaki geçiş dönemine tekabül ediyor. Daktiloyu müthiş bir icat olarak gören bir nesil olarak, (şimdilerde yasa üzerinde tartışıyoruz) bugün 2 yaşındaki bir çocuğun elindeki tablet bilgisayarla nerelere, nasıl bir donanıma ulaşabileceğini tahayyül edemiyoruz. Bu 'yeni dijital uygarlığın sonradan görmeleri' olarak, o uygarlığın gerçek ev sahiplerine bir gelecek kurgulamaya çalışıyoruz. Üstelik de gayet bilgisiz ve ilgisiz olarak. Şu anda yapılmaya çalışılan 20.yüzyıldan kalma modellerin 21. yüzyıl gençliğini eğitmek için uyarlanmasından başka bir şey değil. Bilginin vasfı bu kadar değişirken, eğitimin vasfının değişmeyeceğini düşünmek son derece yanlış. Nereye doğru gidildiği konusu eğitimcilerle birlikte sosyologların, psikologların, teknisyenlerin, fütüristlerin birlikte değerlendirmesi gereken bir konu. Bu bakımdan modeli kurgularken içeriğe ve yapıya girmeden önce işin felsefesinin ele alınması gerekiyor.
2- Mesleki eğitim konusundaki görüşlerimiz de son derece demode. Bu öyle ilginç bir dönem ki şu anda yetiştirdiğimiz çocuklar ve gençler muhtemelen henüz icat edilmemiş mesleklerde çalışacaklar. Ne teknik ne de sosyal alanda, ne servis ne de üretim sektöründe bugünün bilgilerinin yarın hiç bir geçerliliği olmayacak. Öğretmenler öğrencilerin gerisinde yaşayacaklar. Bu bakımdan mesleki eğitimi bu kadar fetişleştirmek de sağlıklı değil.
3- Uygarlığın bu kadar hızlı bir değişime girmiş olmasının kalıplarda sürekli değişikliklere gitmek zorunluluğu ortaya çıkartması anlaşılabilir. Lakin bir ülkenin eğitim sistemiyle de bu kadar oynanılmaz. Benim çocukluğumdan beri her gelenin bir şekilde elden geçirdiği sınavlar, müfredatlar, yapılar artık hepimize gına getirdi. (Yalnızca 2002'den bu yana ne kadar fazla değişiklik yapıldığını değerlendirmeyi de 3 dönemdir iktidarda bulunan AKP açısından bir özeleştiri fırsatı olarak görmek gerekiyor.) Ortada yanlış giden bir şeyler varsa çorbada herkesin tuzu var.
4- Eğitim sisteminin kurgulanmasında bir uzlaşıya gitmek iktidarın da muhalefetin de görevi. Görüşmeleri uzatmalarla tıkamaya çalışmak ne kadar yanlış ise, tasarıyı görüşmeden kabul ettirmek de o kadar yanlış. Diyalog, karşılıklı olarak kaygıların ifade edilmesini ve çözümler getirilmesini sağlama aracı. Örneğin yeni anayasa için herkes dört bir koldan uğraşıyor. Peki ya eğitim? Eğitimin yeniden yapılandırılması anayasadan daha mı önemsiz? Siyasetçileri ya da konuya ideolojik yaklaşanları değil; eğitimcileri ve teknik bilgiye haiz insanları bu konuya katkı yaparken görmek istiyoruz. Belki mesele ideolojik falan değil, gayet insanidir. Ne dersiniz?