Söylemiştim, ben Beşiktaşlıyım. Beşiktaşlı olmaktan memnunum. Elbette elli yıldır canımı sıkan çok şey yaşadım. Beşiktaşlı olmasam yaşamayacak olduğum üzüntüler, hayal kırıklıkları, öfkeler yaşadım. Beşiktaş'ın bana yaşattığı sevinçler filan herhalde daha seyrekti. 'Herhalde' diyorum, çünkü çok da iyi bilmiyorum. Çünkü bu tür muhasebeler üzerinden Beşiktaşlı olunmaz. Herhalde Trabzonsporlu veya Burdursporlu da olunmaz.
Mehmet Özdilek'in Oğuz Çetin'den daha iyi futbolcu olduğunu düşündüm mesela. Spor basını veya Milli Takım seçicileri aksini düşünseler de... Oğuz'un değil de Şifo'nun Beşiktaş'ta oynamasından gurur duydum. Belki Oğuz, Sakarya'dan Fenerbahçe'ye değil de Beşiktaş'a gelseydi, Mehmet gibi biri olurdu. Mehmet ise Fenerbahçe'ye gitseydi Oğuz gibi... Aksi halde, doku uyuşmazlıkları olurdu. Olmalıydı, değil mi?
Doku uyuşması ille de hoş şeylere sebep olmayabilir. Yani mesela Sinan Engin ile Beşiktaş arasında bir doku uyumu var. Bir Beşiktaşlı olarak ta en başından beri canımı yakmış bir doku uyumu. Bu da işin cilvelerinden biri.
Doku uyumu ille de hoş şeylere sebep olmayabilir ama uyuşmazlığı hep hoş olmayan şeylere sebep olur. Mesela Demirören ile Beşiktaş arasında bir doku uyuşmazlığı var. Ve onun başkanlık dönemi, bence, her Beşiktaşlı için çok acı hatırlanacak bir dönem. Tabii eğer başkanlığı sona erdiğinde memlekette hala bir Beşiktaş kalırsa...
***
Beşiktaşlı olmakla en çok sevindiğim hatıraların hiçbiri bir Fenerbahçe maçına denk gelmiyor. Üzüntülerimin hiçbiri bir Fenerbahçe maçına denk gelmediği gibi. Fenerbahçe benim açımdan, hep, rakiplerden biri oldu. Dolayısıyla Nihat Genç'in Fenerbahçe hakkında yazdıklarını yadırgadım.
Fenerbahçe elbette Türkiye'nin en önemli kıymetlerinden biridir, hiç şüphem yok. Cemil Turan'ın, Oğuz Çetin'in uyum sağlayabileceği bir doku olarak kıymetli en azından. Eğer Fenerbahçe olmasaydı, onlar Cemil veya Oğuz olamayacaklardı. Avrupa'daki muadilleri ile rekabet etmekte hiçbir maharet sergileyemedikleri halde, Türkiye sınırları içinde birer futbol ilahıymış gibi kostaklanabilmeleri için lazım Fenerbahçe. Bu da az şey değil. Bu memleketin de kahramanlara ihtiyacı var.
Ama işte o kadar. Fenerbahçe Türkiye spor ekosisteminin bir parçası. Nasıl biyosferde arılar ve karıncalar varsa, Türkiye'nin spor ekosisteminde de diğer kulüplerin yanında Fenerbahçe de var. Karıncalar evrim geçirip arı olmayacak. Veya arılar evrim geçirip karınca olmayacak. Hiçbiri evrim geçirip insan da olmayacak. Hiçbir tür diğerine dönüşmeyecek. Olsa olsa, karıncalar daha iyi karınca, arılar daha iyi arı olacaklar.
Fenerbahçe de, zamanla, daha iyi bir Fenerbahçe oldu. Beşiktaşlaşarak veya Galatasaraylaşarak değil, ama mesela Aykut Kocaman'ın Alex'e, Cemil veya Oğuz gibi olmakla artık Fenerbahçe'de bir yer bulamayacağını bir biçimde öğretmesiyle oldu.
Galiba Türkiye'de futbol düzeninin temel sıkıntısı, ancak başaranı taklit etmekle başarılı olunacağını zannetmekten kaynaklanıyor. Galiba memleketin her alanında aynı hata yapılıyor. İbrahim Tatlıses başarılıysa, birileri onu taklit edip aynı neticeyi almaya çalışıyor. Olmuyor. Çünkü olmaz. Çünkü Tatlıses bir niş, bir boşluk bulmuş, orayı doldurmuş. O niş artık dolu. Memleketin bir Tatlıses'e daha ihtiyacı yok.
***
Son olarak şunu da söyleyeyim: Futbol sokak çocuklarının işidir. Bunu bir sokak çocuğu olarak söylemiyorum. Tribünlerde can güvenliği sağlanması gerektiğinden elbette şüphem yok ama kravatlı, fötr şapkalı seyirciler geyiğinden de hiç hoşlanmıyorum. Memleketin her alanının nezihleştirilmesi gerekmiyor. Futbolun nezihleştirilmesi hiç gerekmiyor.
Sokak çocukları cürüm de işlerler. Futbolun şikeden arındırılması mümkün değil yani. Elbette daha adil yarışma şartlarına ihtiyacımız var. Ama bunun bir sterilizasyon saplantısıyla gerçekleştirilmesi, olsa olsa futbolun topyekun ölümüne yol açar. Hakkında kıyamet koparılan 2010-11 sezonunun, Fenerbahçe'nin on sezonda beş şampiyonluk aldığı 60'larla kıyaslandığında pir-ü pak olduğunu unutmayalım yani.