Soruşturmanın ne gibi dayanakları var, iş nereye varır, bilemiyorum. Ama kendi hesabıma, kendisini tanımasam da, mesela Korcan'ın hem şike yapıp hem de -birçocuğun bile yemeyeceği- o golü yiyebileceğine hiç ihtimal vermiyorum. Eroin satıcısının gazeteye ilan vermesi gibi bir şey olur bu. Kimse o kadar aptal değil.
Dikkat isterim, ortalıkta mide bulandırıcı bir şey yok filan diyor değilim.
Mesela, evet, Eskişehir'de Eskişehirspor, iki hafta sonra Trabzonspor'a karşı oynayacağı futbolla hiç alakası olmayan bir şeyler yaptı Fenerbahçe'ye karşı. Ama Fenerbahçe'ye ecel terleri döktüren, 90+6'ya kadar direnen Gaziantepspor'dan da Trabzon'da eser yoktu. Ee Eskişehirspor'un hocası eski bir Fenerbahçeli, Gaziantepspor'un hocası eski bir Trabzonsporlu olunca, oluyor böyle şeyler.
Futbolun hoşluklarından biri olarak bile bakılabilir meseleye. Dolayısıyla meselem şike filan değil. Olayı vesile bilip, dünyanın ahvali hakkında basit birkaç düşünce deneyi yapalım istiyorum.
- - -
Varsayın ki, sahiden anlaşmalı maçlar oynanmış olsun. Şöyle bir müdafaaya ne dersiniz: 'Evet, yaptık. Fena mı oldu? Futbolseverler son maçın sona anına kadar heyecan yaşadılar. Neticede Fenerbahçe şampiyon oldu ve böylelikle bütçesi çok daha büyük olan, Türkiye'yi daha iyi temsil edebilecek olan takım Şampiyonlar Ligi'ne katılacak. Türkiye'nin ülke puanı yükselecek. Ayrıca Türkiye'de Trabzonspor taraftarından daha çok Fenerbahçe taraftarı var. Dolayısıyla memleketin toplam mutluluğu da daha çok arttı.'
Bu lafların hepsi doğru. Doğru olmaları, birilerinin neticede Fenerbahçe'yi şampiyon yapacak bir oyun tezgahlamalarını meşru görmenize yetmiyor değil mi? Ama başka alanlarda böyle davranmayabiliyorsunuz. Mesela bir vakitler Ertuğrul Özkök, mesnetsiz transfer haberlerini, 'Ben de biliyorum bunlar yalan. Ama heyecanlanıyorum, mutlu oluyorum.' mealinde laflarla açıklamıştı.
Söylediği doğru mu? Doğru. Ama bizim gazeteler hakkındaki varsayımımıza uymuyor. Bizi mutlu etsin diye almıyoruz gazeteleri. Futbol ligleri de en çok kişinin mutlu olacağı netice çıksın diye oynanmıyor.
Teknik tabiriyle söyleyecek olursak, mesela her fabrika netice odaklıdır. Ama futbol ligi veya basın netice odaklı değil, kural odaklıdır. Ancak kural odaklı olursa bir işe yarayabilecek çok şey var. Mesela siyaset de öyle bir şey. Ama 12 Eylül rejimi, siyasetin kurallarını, siyasetin netice odaklı olmasını sağlayacak şekilde değiştirdi. Yani futboldaki şikenin benzeri, siyaset alanında meşru hale getirildi. O gün bugündür memlekette siyaset üretilemiyor. Bu durumdan kaynaklanan yoksunluğu, manasız gerilimlerle gidermeye çalışıyoruz.
- - -
Şöyle de bir müdafaa olabilir: 'Bu bir iş. Biz işimizi yapıyoruz. Geçimimizi buradan sağlıyoruz. Bu memlekette özgürlük, demokrasi yok mu? Biz de özgürce kendi işimizi yapıyoruz. Alan razı, satan razı. Size ne?'
Bunlar da doğru mu? Doğru. Ama doğru olmaları sizi kesmiyor. Çünkü bizim de tıpkı gazeteler gibi, futbol hakkında da bazı varsayımlarımız var. Ortada adil bir rekabet ortamı yoksa bile, hiç değilse oluşturulması için gayret edildiği kanaatine sahibiz.
Derdimiz birilerinin para kazanması değil. Eğer seyretmeye doyamadığınız bir şeyler üretiliyorsa, bu üretimde katkısı olanların milyonlarca dolar kazanmasına itiraz etmeyebiliriz. Ama hiçbir kıymet üretmeden, nesiller boyu imal edilmiş olan kulüpler ile aramızdaki duygusal ilişki yağmalanıyorsa, birilerinin bu işten beş kuruş kazanması bile fazla.
Şimdi tekrar siyasete dönün bir bakın bakalım. Siyaset hakkındaki temel varsayımlarınızdan hangileri işliyor. Mesela milletvekilleri aslında kimin vekili? Partiler kimin malı? Partilerin genel merkez binaları parti idaresi için uygun mu? Ve saire...
Şöyle de bakabilirsiniz: Özal'dan bu yana siyaset sahnesinde üretilmiş herhangi bir kıymet var mı? Ta Tanzimat'tan bu yana süren, 1920'de, 1950'de vites büyütmüş sosyal gerilimin beslenip yağmalanmasından gayrı...