Thorleif Schjelderup-Ebbe Norveçli bir zoolog idi. Küçük yaşlardan itibaren defalarca şahit olmuştu ki, yem verildiğinde kümesin en babayiğit hayvanı karnını doyurana kadar diğerleri bekler. Sonra ikincisi kostaklanarak gelir karnını doyurur. Belki üçüncüyü de kalan hepsi büyük bir saygıyla bekler. Ama giderek saygı zayıflar. Çok geçmeden kimin öncelik alacağı konusunda itişip kakışmalar başlar.
Schjelderup-Ebbe ilk sıraların kolayca değişmediğini, her defasında aynı hayvanların öncelik sahibi olduğunu, onların sırasına itiraz yükselmediğini görmüştü. Ama ilk birkaç sıradan sonra düzenin aynı ahenkle sürmediğini, başlardaki teslimiyet halinin geçerliliğini kaybettiğini de teşhis etmişti. Bugün biri beşinci sırada karnını doyuruyorsa, yarın da aynı sırayı koruyabileceğinin garanti yoktu mesela. Schjelderup-Ebbe bu gözlemlerden bir doktora tezi çıkardı. Tezi, topluluklardaki gayrı resmi hiyerarşiler konusundaki çalışmalara ilham verdi.
Aynı izi sürerek, toplumların hiyerarşisini de anlayabiliriz. Cumhuriyet Bayramımızın tarihini şaşıracak kadar laçka işleyen ABD Dışişleri Bakanlığı'na, bu gafı yapmadan bir hafta kadar önce, işitseler 'vauv, biz neymişiz ya' diyecekleri kaliteleri neden yakıştırdığımızı da anlayabiliriz mesela.
Anlasak bir faydası olur mu?
Eğer fayda derken beklediğiniz şey kümesteki hiyerarşinin değişmesi ise, zor. Amerikalılar, biz kümesteki hiyerarşiyi anlamadığımız için kümesin alfa pilici olmuş değiller. Dolayısıyla anlayınca onların statüsünü değiştirebilecek filan değiliz.
Ama yine de anlamakta fayda var. Hiç değilse Clinton ve memurlarının güçlerini, işlerini iyi yapmaktan almadıklarını fark edebiliriz. Onlardan ders almaya filan kalkmayabiliriz. Bu çok elzem. Çünkü -daha önce WikiLeaks kasırgası koptuğunda da söylemiştim- kazara ABD'nin dışişleri gibi çalışsa bizimki, bir haftaya kalmaz batarız. En azından bir savaşın ortasında buluruz kendimizi.
***
Sıraya girmeden, yaşamak mümkün mü? Hiç değilse hayalini kurmayı sürdürmeliyiz, çünkü çok daha insanca. Ama belki de mümkün değil. Karnımızı doyurmak istiyorsak belki de mecburen sıraya gireceğiz. Muhtemelen sırada olma hali baki kalacak.
Ama emin olun, sıra değişecek. Hep değişti, çünkü günün birinde gözünü karartmış bir piliç, kendisinden birkaç sıra üsttekine meydan okur mesela. Kendisi de yaralansa bile, mevcut hiyerarşiyi sarsan bir türbülansı başlatır. Kümes altüst olur, yeni bir sıra zuhur eder. Veya piliçlerin biri yaşlanır ölür. Veya -daha sık görüleni- kibirden başı dönmüş alfa hayvanı, fazla yemden mide fesadına uğrar, dünyayı terk eder.
***
Mehmet Y. Yılmaz, Yunanistan'ı ağustosböceğine, Avrupa'yı da karıncaya benzetmiş. Yakışmış. Durumu güzelce özetlemiş. Ama sadece Yunanistan'ın ve AB'nin durumunu değil, kendisinin -ve muhtemelen sizin de- zihinsel kodunu da özetlemiş bu arada. La Fontaine'den beri, hemen herkes gibi siz de, karıncanın temsil ettiği çalışma kültürünün yanında, ağustosböceğinin temsil ettiği ne varsa onun karşısındasınız muhtemelen.
Arif Nihat ise demişti ki, 'La Fontaine, Ağustosböceği ve Karınca hikayesini, kendisinin bir ağustosböceği olduğunu düşünmeden yazdı.' Arif Nihat da çok haklı, La Fontaine de bir ağustosböceğiydi. Bu tespiti yaparken, herhalde Arif Nihat, La Fontaine'i iğneliyordu, çünkü muhtemelen o da karıncaların tarafındaydı. Halbuki o da bir ağustosböceğiydi. Mehmet Y. Yılmaz da, siz de ağustosböceklerisiniz üstelik.
Bütün bu tuhaflıklar, kümes altüst olurken vuku buluyor. Karıncalar işgal ettikleri makbul makamı ağustosböceklerine terk etmek zorunda kalırlarken... Biz Arapları, Yunanlıları gagalayıp durmasak, Amerikalıların, Almanların kendi statülerini korumaya takatleri kalmamışken...
Dikkat isterim: Yunanistan'ı haklı bulduğumu söylemiyorum. Yunanistan'ın temsil ettiği değerlerin hayatta kalacağını söylüyorum. Karıncalık öldü, sadece henüz salası verilmedi.