Bizim uydularımızı uzaya Fransızlar yolladı. O dönemde başka abur cubur da aldık Fransızlardan ve Fransız televizyonlarına birinci haber olduk. 'Türkler Fransa'nın batmakta olan aerospace endüstrisini kurtardılar' diye... Herhalde batmaktan kurtaramamışızdır, olsa olsa batışı biraz ertelemişizdir. Çünkü malum, uydularımızın birini uzayda kaybettiler. Yani bizden başkasına bir şey satabilmiş olmaları şüpheli.
Nereden çıkmıştı bu, kimsenin itibar etmediği Fransızlarla iş yapma hevesi? Ermeni soykırımı tasarısını kabul etmesinler diye rüşvetti hepsi. Onlar da rüşveti seve seve aldılar.
***
Fransız kültürünün Türk çocukları, maaile Fransa'ya çıkarma yapmışlar. Tıpkı uydu, helikopter ihalelerini Fransızlara verenler gibi, Türkiye'ye büyük hizmet yapıyor olduklarını düşünüyorlardır. Gece gündüz çalıştıkları, çok yoruldukları kesin. Benim ise aklıma, benzer bütün hallerde olduğu gibi, yine Contact filminin bir sahnesi geliyor. Hani şu Jodie Foster'ın bir bilim kadınını canlandırdığı film.
Hatırlayacaksınız, Arroway (Foster) çocukluk hayalini gerçekleştirir, başka gezegenlerde yaşayan akıllı canlılarla, en azından öyle olduğu zannedilen birileriyle temas eder. Temas sırasında edinilen plana göre bir araç inşa edilir. O araca binecek, herhalde aracın planını yollayan zeki canlıların dünyasına gidecek, onlarla temas kuran ilk insan olacaktır.
Kapsüle binerken, plana dünyalı mühendislerin bir koltuk ilave etmiş olduğunu görür. İtirazları fayda etmez. Minimum emniyet tedbirlerine razı gelmezse, razı gelen bir başkası gönderilecektir. Dik başlı kadın boyun eğer ve koltuğa bağlanır. Derken hareket başlar. Kapsülün içindeki sarsıntı giderek dayanılmaz hal alır. Öyle ki, rahip arkadaşının kendisine hediye ettiği kolyeyi avucundan kaçırır. Boşlukta yüzmekte olan kolyeyi alabilmek için kendisini koltuğa bağlayan kemeri çözüp ayağa kalkar. Vee...
Sarsıntı aniden diner. Yani sadece kendisi için... Yoksa koltuk artan bir hızla sarsılmaya devam eder ve çok geçmeden menteşelerinden kopup tavana yapışır.
'Fransa'daki canhıraş çabayla ne alaka?' diyeceksiniz, demeyin. Yaşadığımız sarsıntıların büyük bölümünün, aslında tedbiri abartmaktan kaynaklandığı ancak bu kadar iyi anlatılabilirdi. Birkaç dakikalık bir sahneyle...
O koltuğu o araca ekleyen mühendisler, sarsıntıya şahit olurlarsa, 'ya galiba yanlış bir şey yaptık' demiyorlar. 'Onca tedbire rağmen olanı gördünüz, ya bir de biz olmasaydık, o tedbirleri akıl etmeseydik, neler olurdu' filan diyorlar. Bir dahaki sefer için daha mukavim tedbirler düşünüyorlar. Fransızlara ihale verenler ve şimdi Paris'e çıkarma yapanlar gibi... Halbuki bu iş, tam da bizim yok canımızdan Fransızlara o kadar büyük rüşvetler vermeyi göze alabiliyor olmamız yüzünden bu hallere geldi.
***
Fransızca düşünenlerden İnan Kıraç, Türkiye'de kaçak çalışan yüz bin Ermeni'yi hatırlatmış. Hani, 'bak bizi dövecek olursanız acısını onlardan çıkarırız' gibilerden. Ne ayıp. 'İnsan Fransızca düşününce aklına neler düşüyor' diyeceğim ama fikrin telifi, Arapça düşünen bir başka şahsiyete ait.
Ne oluyoruz? Haydi vicdanlarımızı hepten rehin verdik diyelim. Yerine biraz akıl bari koyamaz mıydık? Fransa'nın dünya sahnesinde bir zamanlar oynadığı rolü özlediği aşikar. Ama hanidir o rolü hak edebilecek herhangi bir vasıf sergileyemiyor. Böyle manasız işlerle gövde gösterisi yaparak kendisini tatmin etmekten gayrı bir şeye gücü yetmiyor. Mahut hadisede herhangi bir etkisi olacağı yok. Çünkü zaten istikbalde yeri yok. Fransızca'yı Türkçe'den daha iyi konuşan, edindikleri her türlü imtiyazı bu sayede elde etmiş olan Fransız kültürünün Türk çocukları için kabul etmek zor, anlıyorum ama ne yaparsınız ki hal bu.
Buna mukabil, o yüz bin naçar Ermeni, sahici bir çözüm için sahici bir aktör olabilir. Onların yapabileceği işi, yüz tane Fransa yapamaz. O gariban insanların gönlünü hoş tutmak için çok sebep var, birisi de bu.