Türkiye gibi imparatorluk bakiyesi, çok kültürlü, çok kimlikli ve etnisiteli devletlerde üst kimlik olgusu daha fazla hayatiyet kazanmakta. Osmanlı İmparatorluğu’nda bu kimlik din ve Osmanlılık üzerinden işlevselleşmekteydi. İslami topluluklar, Hilafetin temsilcisi ve İslam’ın bayraktarlığını yapan bir ülkede ortak değerler üzerinden birbirlerine bağlanıyorlardı. Atalarımın da dahil olduğu gayrımüslimler ise “Taba” sistemi içinde inançlarına karışılmadan Osmanlılık üzerinden üst kimliğe bağlanmaktaydı. Merkezde adalet olduğu müddetçe de aidiyet konusunda ciddi bir sıkıntı yaşanmamaktaydı.
Modern zamanlarla birlikte, ama kesinkes Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra anayasal vatandaşlık sistemine geçildi. “Ulus” ortaklaşması öne çıkarıldı. Öyle ki, yeni üst kimliğimiz “Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı” olmaktı. Hangi din, ırk veya mezhepten olunursa olunsun, önemli olan bu temel sözleşme olacaktı.
Aslında, özellikle Türkiye gibi heterojen ülkeler için üst kimliğin en geniş anlamıyla anayasal vatandaşlıkta oluşması ciddi bir imkândı. Erken Cumhuriyet dönemini, olağandışı şartlarından ötürü analiz dışında bırakırsak, 1940’lardan sonra bu değerli imkânın zarar gördüğüne tanık olduk.
Kapsayıcı bir vatandaşlık anlayışından ziyade dışlayıcı vatandaşlık pratikleri üst kimliğin zarar görmesine yol açtı. Dindarların, gayrımüslimlerin, Kürtlerin vd. Tek Parti döneminde gördüğü dışlayıcılık Demokrat Parti’nin başarısının da altında yatan nedenlerdi. İktidar tekeli için yönelinen bu yol hâlâ uğraştığımız sorunların uluslararası boyut kazanmasına yol açtı.
Zaten bu yüzden AK Parti iktidar olduğu ilk günden itibaren bu sorunlu alanlara demokratik, kapsayıcı vatandaşlık anlayışı üzerinden çözümler getirmeye çalıştı. Çözüm Süreci, Ermeni açılımı, Alevi çalıştayları, toplumun tüm kesimlerini rahatlatan demokratik reformlar, ekonomik telafi adımları, sosyal politikalar üst kimliği güçlendirmek adına yapıldı.
Üst kimlik bir ülkenin tüm hücrelerini birleştiren sıva işlevindedir. Özelliklerini tarihinden, kültüründen, ortak hedef ve hatta acılarından alır. Ne kadar kapsayıcı olursa o kadar zamana ve saldırılara dayanıklı olur.
Başbakan Yıldırım’ın grup toplantısında da değindiği gibi, bizim için Fatih Sultan Mehmet ne kadar değerliyse, Mustafa Kemal Atatürk de o kadar değerlidir. Bunlar birbiriyle yarıştırılamaz, düşmanlaştırılamaz. Bunu yapanlar iyiniyetli olamazlar.
Bizlerin Mustafa Kemal Atatürk’e saygımızı bir siyasi manevra olarak pazarlamak kimsenin haddine değildir. AK Parti’nin bu konuda bir tavır değişikliği olmamıştır. AK Parti’yi zorla kafalarındaki hezeyanlara yamamak isteyenler de asıl Atatürk istismarcılarıdır.
Kaldı ki, 15 Temmuz’da yaşadığımız felaket, bizlere Kurtuluş Savaşı’nın, onun önderi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının değerini bir kez daha hatırlatmıştır. O savaşlarda bizler Müslüman, gayrımüslim kim varsa aynı 15 Temmuz’da olduğu gibi vatanımız için öne atılmadık mı?
Asıl sıkıntı üst kimliğimizin çökmemiş hatta güçlenmiş olması mı yoksa?