Hani o çok özledikleri koalisyon hükümetleri var ya, işte onlar Türkiye’nin siyasi tarihine bürokrasinin saltanat yılları olarak geçmiştir. Memurin sınıfının o kaybettikleri ‘altın çağdan’ sonra yeniden devletin içinde at oynattığı koalisyon dönemlerini hasretle anması, ümitlerini böyle dönemlerin yeniden geleceğine bağlaması boşuna değildir.
Türkiye tarihinin kırılma noktalarından biri bürokrasinin devlet içinde özerk bir toplumsal zümre olarak yükselmesidir. Klasik İmparatorluk yapısında her zaman bürokrasinin gücünü dengeleyecek ideolojik, politik ve toplumsal mekanizmalar var ve fonksiyonel olduğu için devlet içinde politik güçleri olmamıştır, daha doğrusu politik bakımdan etkisiz kılınmışlardır.
“Bürokrasi sorunu denildiğinde; iktidarın sivil seçilmiş siyasetçilerin değil, devlet içinde örgütlenmiş bürokratik zümrenin unsurları arasında paylaşılmış olmasından bahsediliyor; iktidar üzerinde belirleyici olan bir iktidar zümresinin tekelinin sebep olduğu sorunlardan söz ediliyor demektir.”
İdeoloji ve iktidar
Toplumsal yapıda devlet içinde örgütlenmiş zümreleri dengeleyecek sınıflar yeterince gelişmemişse veya sivil toplumsal aktörler devleti sınırlandıramıyorsa orada bürokrasinin devlet iktidarını kullanması, bunu topluma karşı bir baskıcı politikaya dönüştürmesi kolaylaşır hatta kaçınılmaz hale gelebilir. Bu süreçte bürokrasinin ideolojik veya politik olarak başka ülkelerle, onların devletleriyle işbirliği yapması, kendi halkına dayanmayan iktidarını dışarıdan bulduğu ya da dışarının sunduğu destekler yoluyla sürdürmeye çalışması, bürokrasinin kendi halkına ve ülkesine karşı bir konuma kaymasından başka bir netice vermez. İşte burada devreye giren en önemli unsur ideolojidir.
Türkiye’de bürokrasinin neredeyse bütün devlet mekanizmasını ele geçirmesini sağlamada ideolojinin önemli birkaç rolünden bahsetmeden meseleyi anlamak zordur. Birincisi, iktidar üzerinde tekel kurmak için bir meşruiyet çerçevesi olarak Batılılaşma ideolojisinin bürokrasiye geniş bir imkân sağlaması; ikincisi, Batılılaşma ideolojisi üzerinden bürokrasinin önce sadece Avrupa sonra bütün Batı üzerinden dış destek bulmasıyla ilgilidir. Üçüncü bir mesele ise, bürokrasinin demokratikleşme sürecine girilmesiyle birlikte darbeler/müdahaleler üzerinden iktidarını yeniden tahkim etmek için bu ideolojik aracı kullanması meselesidir.
Koalisyon: Bürokrasinin iktidarı
Türkiye’de bürokratik tahakküm geleneğinin kuruluşunda batılılaşmanın, ideolojinin bu üç fonksiyonunu kullanıldığı bilinmektedir. İmparatorluğun son devrinden sonra Cumhuriyet döneminde de bu mekanizmalar kullanılmaya devam edilmiştir. Tek parti yönetiminin kuruluş sürecinin arkasında bu mirasın önemli bir rolü bulunmakla beraber sivil toplumun bütün gücünü kaybetmiş olmasının da ayrı bir yeri vardır.
Burada esas önemle vurgulanması gereken nokta; “İkinci Savaş sonrası konjonktürün demokrasiye açılmasıyla birlikte seçimle gelen hükümetler karşısında, elindeki devlet iktidarını seçilmiş sivil siyasetle paylaşmak istemeyen ‘mutlak iktidar zümresi bürokrasinin’ verdiği tepkilerdir.” Sadece darbelerden, müdahalelerden bahsetmiyorum; doğrudan doğruya mevcut siyasal sistemin ‘parlamenter düzende’ tek parti iktidarı çıkarmaya yetmediği, koalisyon hükümetlerini zorunlu kıldığı durumlarda bürokrasi demokrasi karşısında iktidarını kaybetme tehlikesini bertaraf etme fırsatını değerlendirmektedir.
1960 darbesiyle kurulan bürokratik/militer düzenin ‘parlamenter sistem’ adı altında kurumlaşmış iktidar yapısını tasfiye etme imkânı bulamamış sivil unsurların talep ettikleri demokratikleşme süreci hep kesintilere uğramıştır. “Türkiye’nin zayıf demokrasisinde koalisyon hükümetleri bir uzlaşma mekanizmasının sonucu değil devlet içindeki fiili iktidar bloğuna yaramış, zayıf hükümetlerin kurulmasına dolayısıyla bürokrasinin saltanatının devamına yol açmıştır.”
Türkiye’de sistem değişimine karşı çıkanların koalisyon hükümetlerine sıraladıkları övgülere, kaybedilmiş kaleleri yeniden ele geçirme arzusunun bunda oynadığı role bir de buradan bakmak gerekmez mi?