BU YAZIYI SPİKERDEN DİNLEMEK İÇİN TIKLAYIN
“Taksim semboldür, kutsaldır” dediler. Gerilimi tırmandırdılar. “Hükümet yasağa makul bir gerekçe gösteremedi” iddiasıyla Taksim’i zorladılar. Hoş olmayan görüntüler ortaya çıkardılar. Ortalığı savaş meydanına çevirdiler.
Sorumlusu oldukları bu çirkin görüntüleri de kullanmaya çalıştılar. Oysa “Neden Taksim değil” sorusuna verilecek o kadar çok gerekçe var ki…
Birincisi kamu düzeni ve kanun hâkimiyeti. İkincisi Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu. Ardından da Anayasa ve kanunların koyduğu esaslar:
Huzur ve sükûnun sağlanması, seyahat hürriyetinin korunması, iş ve çalışma hürriyetinin garanti altına alınması, vesaire, vesaire…
Sebep yok değil, aksine çok! Ancak, 1 Mayıs kutlamaları için yer ayrılmasına ve kendilerine bildirilmesine rağmen, “İlle de Taksim” ısrarının hiçbir makul gerekçesi yok.
***
“Taksim bizim için kutsaldır, tarihi önemi vardır” söylemlerine gelince… Doğru Taksim’in tarihi bir önemi var…
Taksim ve 1 Mayıs denince, hafızalarda acı hatıralar canlanıyor. Taş ve sopalar, silah sesleri, kan ve gözyaşı akla geliyor.
Gelin, önümüze konulan ezberleri bozarak Taksim’i masaya yatıralım: 1977, Türkiye’nin dengesini ve aklıselimini kaybettiği bir yıldı; gün geçmiyordu ki, genç bedenler toprağa verilmesin. Yurdun dört bir yanına korku hakimdi.
Basit bakış açısıyla “sağ-sol çatışmaları” devam ediyor, ancak ülke çapında başka bir mücadele daha sürüyordu. Yasadışı sol gruplar, kendi aralarında bir hâkimiyet savaşı yürütüyordu. Bunlar gizleniyor, hayatını kaybeden gençler, genellikle “kahrolsun faşistler” sloganları altında toprağa veriliyordu.
1 Mayıs 1977’de Taksim Meydanı “Leninci” grupların elindeydi. Mitingi DİSK kontrol altına almış, TİP’liler ve TKP’liler sopalarla diğer sol grupları yaklaştırmamaya çalışıyordu.
Ama solun içinde Çin yanlısı “Maocular” da vardı. Deniz Gezmiş, İbrahim Kaypakkaya ve Mahir Çayan’ı “önder” olarak gören Halkın Kurtuluşu, Halkın Yolu ve Halkın Birliği isimli gruplar da orada olmak istiyordu.
O dönemde solun içindeki bütün gruplar silahlıydı. Şiddeti reddeden “barışçı soldan” eser yoktu. Hepsi “Devrim sokakta silahla yapılır” görüşü içindeydi. Son derece bağnazdılar ve birbirlerini “emperyalizmin ajanı” olarak görüyorlardı. Üstelik kendi aralarında kan davaları vardı.
Olaylar, Halkın Yolu, Halkın Kurtuluşu ve Halkın Birliği gruplarının TKP ve DİSK barikatlarını yıkmak için hareketlenmesiyle başladı. İlk silah sesleri o bölgeden yükseldi. Sonra dört bir yana yayıldı. Olaylar sırasında 34 kişi hayatını kaybetti. Ama bunlardan sadece 5’inde kurşun yarası vardı. Diğer 29 kişi ezilerek ölmüştü.
O dönemde olayların solun fraksiyon kavgasından çıktığı, dikkatli bakan bütün gözler tarafından anlaşılmıştı. Sonra birtakım efsaneler üretildi. Kontrgerilla, CIA ve ABD parmağı gibi söylemlerle farklı bir noktaya çekildi.
Ama o gün alanda olan ve kendi ifadesi ile “Maocu” gruplar içinde yer alan solun önemli isimlerinden Prof. Halil Berktay, yıllar sonra gerçeği açıkladı:
-Bırakın bu palavraları. Taksim olayları sol gruplar arasındaki çatışmanın ürünüydü.
***
Solun o dönemdeki oyunlarına o kadar çok örnek var ki… Bunlardan biri de Mustafa Kuseyri olayı…
Mustafa Kuseyri, 1980 öncesi tabancayla vurularak hayatını kaybetmişti. Sol gruplar hemen “Arkadaşımızı faşistler katletti” sloganıyla sokaklara döküldüler. Dönemin Ülkü Ocakları Genel Başkanı Ramiz Ongun, “katil sol içinde aranmalı” dese de dinleyen olmadı. Suçlamalar, gösteriler ve saldırılar birbirini izledi.
Aradan yıllar geçti, olayı bizzat yaşayanlardan olan Hasan Cemal, yazdığı kitapta gerçeği açıkladı. Mustafa Kuseyri, Basın Yayın Yüksek Okulu Öğrenci Derneği’nde “Rus Ruleti” oynarken kendi arkadaşı tarafından vurulmuştu. Hasan Cemal, o kitapta, Kuseyri’nin ölümüne sebep olan ismi de açıkça yazdı.
“Taksim bir semboldür ve bizim için kutsaldır” diyerek, dünkü çirkin görüntülere yol açanlara hatırlatmak istedim. Dönemin gazetelerine, yayımlanan fotoğraf ve yorumlara bakın ve bir daha düşünün! Bunlar mıdır sizin kutsallarınız ve sembolleriniz?