O ünlü ‘koronun’ döviz fiyatlarındaki her dalgalanmadan sonra yeniden ümitlenip bir ‘kriz çığırtkanlığına’ girmesine alışmış olmasınız; bugünlerde yine gözlerinin parladığı gözlenmekte olan bu ‘kriz severler cemaatinin’ beklentilerine ne demeli?
Uluslararası piyasalarda yaşanan hareketlilik, petrol fiyatlarında dalgalanmalar, Amerikan Merkez Bankası’nın faiz politikasındaki beklentiler ve elbette Türkiye’nin dış ticaret hadlerindeki gelişmelere bağlı olarak döviz piyasalarında oluşan, git-gel şeklinde yaşanan değişimler ekonomi için bir göstergedir fakat ekonominin makro göstergelerine bakılmadan reel ekonomik durumu incelemeden bir değerlendirme yapmak elbette ki yetersizdir. Bu sebeple döviz fiyatları ya da Türk parasının yabancı paralar karşısındaki değerinde ortaya çıkan hareketlenmeler ancak ekonominin makro dengeleri içinde değerlendirildiği zaman iktisadi durum ve gelişme eğilimleri hakkında sağlıklı bir yorum yapılabilecektir. Nitekim uluslararası derecelendirme kuruluşları daha önce yanıldıkları yanlış yorumları düzeltip kendi itibarlarını kurtarmak, inandırıcılık kaybını telafi etmek için şimdiden Türkiye ile ilgili tahminlerini, ‘notlarını’ düzeltmek durumunda kalmışlardır.
ÜRETİMİN GÜCÜ
Şüphesiz en önemli göstergelerden biri ekonomideki büyüme rakamlarıdır. Türk ekonomisi bütün dünyada en hızlı büyüyen üç ekonomiden biridir. GSYH artışının, yani milli gelirdeki büyümenin üçüncü çeyrekte % 10’un üzerine çıkması beklenmektedir; bu durumda 2017’de yıllık büyüme oranının % 7 civarında olması öngörülmektedir ki bunda sanayi üretimindeki artışın payının başat konumda olması oldukça önemlidir. Bilindiği gibi sanayi üretimi bir ekonomide büyümenin temel dinamiği halindeyse bu aynı zamanda büyümenin sürdürülebilir olduğunun da ifadesi olmaktadır. Nitekim sanayi üretim endeksi bir önceki aya göre %10.4 artış göstermiştir, yılın üçüncü çeyreğindeki sanayi üretim endeksindeki artış % 13.7’dir.
Sanayi üretimindeki artışa biraz yakından bakınca, dayanıklı tüketim malları üretiminde ciddi bir artış yaşanmaktadır. Mevsimsel etkilerden arındırılmış sanayi endeksine göre dayanıklı tüketim malları üretimindeki yıllık artış oranın % 36.5, ara malı üretimindeki oranın %7.2, sermaye malları üretimindeki oranın ise % 10.9 olduğu görülmektedir. Dayanıksız tüketim mallarının endeksteki yıllık artış oranı ise % 8.7’dir. Bu göstergeler Türk sanayiinde bir yapı değişiminin de ipuçlarını verir mahiyettedir. Türkiye tüketim malları sanayinden, dayanıklı tüketim malları üreten sanayilere ve üretim malları üreten sanayilere doğru bir değişim eğilimindedir.
FAİZ-ENFLASYON SARMALI
Bu yeterli midir? Sorunun cevabı elbette hayırdır; sanayi üretimi içinde sermaye malları üretimi ne zaman başat konuma gelir ve onların da yerli katma değeri ne zaman belirleyici konuma yükselir ise o zaman yapısal değişim gerçekleşmiş olur diyebiliriz. Türkiye’nin henüz ‘sanayileşme eşiğini’ aşmayı tamamlamamış olması bu yüzdendir, bu sebeple büyümenin bu yönüne bakmak her zaman önemlidir. Bu yıl sonu itibarıyla büyüme tahminlerinin Orta Vadeli Plan’da öngörülen oranın üstüne çıkma eğilimini sanayideki dinamizme ve verimlilik artışına bağlamak mümkündür. Orta Vadeli Plan’da öngörülen ‘enflasyon ve cari açık’ yaratmayan, ağırlıklı olarak yurtiçi tasarruflar ve doğrudan yabancı sermaye yatırımlarıyla finanse edilen ihracata dayalı bir büyüme stratejisini uygulamak, faiz-enflasyon sarmalından kurtulmanın da tek çıkış yolu olduğu unutulmamalıdır, bunun üzerinde ayrıca durmak gereklidir.