Dünyada iyi gelişmeler de olmuyor değil. Bir günde en az iki tane iyi haber duyduk. Her ikisi de diyalog çabalarıyla alakalıydı.
BU YAZIYI SPİKERDEN DİNLEMEK İÇİN TIKLAYIN
Başbakan Erdoğan’ın ezber bozan açıklaması gündeme bomba gibi düştü. Son zamanlarda başbakanlıktan yapılan açıklamalardan belki de en fazla dikkat çekeni, dış medyada da en fazla karşılık bulanı bu açıklamaydı. Başbakan, bir süredir akil çevreler tarafından dillendirilen “ortak acı” temasını işlediği mesajında 1915’te aile üyelerini kaybeden Ermenilerle empati kurduğunu ifade ederek, “acı hepimizin acısı” dedi.
Mesajın önemli birkaç noktası vardı. Öncelikle bir TC Başbakanı’nın kaleminden ilk defa bu yönde çıkan bir mesajdı. Aslında bir süredir Ermeni meselesine dair iyi niyet ortaya koyulmaktaydı. Ermenistan’la imzalanan protokollerde zirveye çıkan bu iyi niyet, özellikle Dağlık Karabağ işgalinde Ermenistan’ın geri adım atmaması sebebiyle karşılık bulamamıştı. Türkiye Dağlık Karabağ işgali meselesinin uluslararası çabayla çözüme kavuşturulması gerektiğini söylerken, Ermenistan ise sembolik skorlar elde etmenin peşindeydi. Türkiye’den 1915 olaylarının bir soykırım olduğunu kabul etmesini istiyordu. İşler düğümlendi; karşılıklı ziyaretler de ilişkilerin tabiatını değiştiremedi.
Çözüme şans verin
Ermeni meselesine dair en büyük hata, meselenin 1. Dünya Savaşı bağlamından çıkarılması olmuştur. Başbakan’ın meseleyi tekrar 1. Dünya bağlamında değerlendirme çabası bu açıdan büyük önem taşımaktadır. 1. Dünya Savaşı’nda maalesef yine mesajda not edildiği gibi Türk’ünden Ermeni’sine, Kürt’ünden Çerkez’ine, Osmanlı tebası herkes büyük acılar yaşamış, insanlık dışı muameleye tabi bırakılmış, bir imparatorluk tebasının kanını dökmek suretiyle heder edilmiştir.
Başbakan’ın bu iyi niyet mesajına, Ermenistan’ın yine iyi niyetle karşılık vermesi ve geçmiş hakkındaki kuvvetli yargılarını çözüm ve ortak kader temaları etrafında yumuşatması, hem Türkiye hem de Ermeniler açısından daha hayırlı olacaktır.
Hamas-Fetih için tünelin ucu?
Diğer bir olumlu gelişme ise Hamas ve Fetih arasındaki uzlaşma anlaşmasıydı. Taraflar 2007’den beri devam eden çatışma ve ayrılığın ardından bir milli mutabakat hükümetinin kurulması için Gazze’de anlaşmaya vardılar. Daha önce 2011 ve 2012’de de benzer anlaşmalar imzalanmış; fakat tünelin ucuna varılamamıştı.
Maalesef konu Hamas ve Fetih olunca uzlaşmaları arasındaki tek engel iki grubun ideolojik farklılıkları olmuyor. İster Fetihçi ister Hamasçı ister İslami Cihatçı olsun, tüm Filistinliler İsrail işgali gerçekliğinde yaşıyorlar ve isteseler de istemeseler de işgal hayatlarının akışını, kavgaları ve uzlaşmalarını tayin ediyor.
Anlaşma yapılır yapılmaz büyük Amerika’dan ve küçük Amerika’dan (küçük İsrail ve büyük İsrail de diyebilirsiniz) iki açıklama geldi. Washington “yeni hükümet İsrail’i tanımalı” derken, Tel Aviv ise “Fetih, barış yerine Hamas’ı tercih etti” dedi. Anlaşmanın Kerry’nin yürüttüğü İsrail-Filistin görüşmelerinin başarısızlığa uğramasının akabinde gelmesi popüler tabirle manidar.
Bu anlaşmayla İsrail, görüşmelerin başarısızlığının sorumluluğunu Hamas’la anlaşmaya varan Fetih’e atma fırsatı bulurken, Washington da İsrail’e koşamadığı ön şartları masanın zayıf tarafı Filistinlilere koşmaktan geri durmadı. Yine bu yönüyle görüşmelerin belki de son aşamasında gerçekleşebilecek olan “İsrail’in tanınması” talebini en başta dillendirerek, Filistin meselesinde çözümün değil sorunun bir parçası olduğunu bir kez daha göstermiş oldu.
Hamas-Fetih anlaşmasına ihtiyatlı yaklaşanlardanım. Tarihi trend bu tarz anlaşmaların İsrail’in çabalarıyla bozulması yönünde. İnşallah Fetih, anlaşma konusunda samimidir ve bu anlaşmayı İsrail’le pazarlık aracı olarak kullanmıyordur. Zira her bozulan anlaşma Filistin halkının hanesine derinleşen İsrail işgali olarak yazılıyor.