Gazeteleri karıştırırken Sözcü geçti elime.
İyi ki de geçmiş.
Nasıl keyiflendim bilemezsiniz?
Eminim, anlatırsam siz de keyiflenirsiniz.
Anlatayım o vakit.
Gazetenin dünkü birinci sayfasına Ekmel Bey’in balkonda, denize bakarken bir fotoğrafını basmışlar.
Fotoğrafın içine de “İlk balkon konuşmasını Sözcü’ye yaptı” diye yazmışlar.
Balkon konuşması!
Hem de ilk.
Şaka gibi!
Ne balkonu yahu, neyin konuşması, kime özenti?…
Fotoğrafın altında ise şu başlık var:
“Türklüğümle gurur duyuyorum”.
Ekmel Bey diyor.
Şaka gibi!
Dahası, o başlığın altındaki üç cümlelik spotta.
Şunlar yazıyor:
-Atatürk düşmanı değilim.
-Türkiye’de en büyük sermaye din tüccarlığı.
-Türk milletinin bir mensubu olmakla iftihar ediyorum.
Yine Ekmel Bey’in sözleri.
Yine şaka gibi!
Anlayacağınız Sözcü, Ekmel Bey için yağdırıyor.
Kemalist ve Ulusalcı okurlarına ‘kör gözüm parmağına’ misali; “Ekmel bizden bizden, rahat olun, sıkıntı yok…” mesajı veriyor.
Ekmel Bey’in Atatürkçülüğüne, Türkçülüğüne, laikliğine kefil oluyor.
“Dinci-minci değil, İslamcı hiç değil, muhafazakâr bile sayılmaz” demeye getiriyor.
Pehhh!
Röportajın devamı 11’inci sayfada.
Açıyorsunuz 11’i; şaka gibi!
“Dini siyasete alet edenlere karşı hep savaş verdim!” diye bir manşet!
Yo yo!
Şakadan da beter!
Ekmel Bey öyle diyor, lakin röportajı yapan sormuyor.
“Nerede, ne zaman, kime karşı, kiminle?...” diye.
Neyse, karıştırmayalım biz orasını, verdim diyorsa vermiştir.
O kadar!
Gelelim bu başlığın altındaki spota.
Orada da şunlar yazıyor:
“Atatürk düşmanı değilim. Laikliği savunuyorum. Din, siyasete karıştırılırsa sıkıntı çıkar”.
Yürü be Ekmel Hocam!
Sözcü’ye röportaj verirken bunları söyledin de sağcıya neler söyleyeceksin merak ediyorum?
Bitti mi peki?
Yoooo.
Şimdi beş sayfa geri gelelim.
Yani Emin Çölaşan’ın yazısının bulunduğu sayfaya.
Emin Bey köşesini Kemal ve Devlet Bey’e yazdığı mektuba ayırmış.
Bildiğiniz mektup!
Kemal ve Devlet Bey’e atfen.
Panik ve telaşla.
“37 gün kaldı, ama toplum hâlâ Ekmel Bey’i tanımıyor. Boş durmayın. Ne gerekiyorsa yapın” diyor.
Yırtınıyor, çırpınıyor adeta.
Ardından da Kemal ve Devlet Bey’e soruyor:
“Emrine danışmanlarınızı verdiniz mi? Yapacağı konuşmalar konusunda ona kimler nasıl yardımcı olacak? Medya ilişkilerini kimler nasıl ayarlayacak?”
Şimdi sıkı durun.
Bakın Emin Çölaşan hemen bir sonraki cümlesinde ne diyor?
“Unutmayın, onun hizmetinde Tayyip’in emir kulu medyası gibi bir medya olmayacak” diyor.
Emin Çölaşan diyor.
Kime diyor?
Kemal Bey’e, Devlet Bey’e diyor.
Şaka gibi. Ama değil!