Kavuniçi renkli peştamallarını giymiş, Viyana sokaklarını “Hare Krşna” diye bağıra bağıra inlettiği günlerden birinde ahbabım Kumar (Adı böyleydi), bana üstadı Swami Prabhupada’dan bir hikaye nakletti:
Evvel zaman içinde Hindistan’ın ücra köşelerinden birinde, bir manastırda yaşayan bir üstad varmış.
Gayet karizmatik ve parlak bir üstad olduğu için dört bir yandan insanlar akın akın kendisine talebe olmaya gelirmiş.
Uzun hikayeyi kısaca özetlemeye gayret edeyim, üstadımız bir parça mucize heveslisiymiş.
Günlerden bir gün üstad, aralarına yeni katılan bir talebeyi işaret ederek şöyle demiş: “Bu çocuğa dikkat edin. Sizinle kardeş oldu ancak size mutsuzluk ve hüzün getirecek. Sonu acılarla dolu olacak ve yalnız ölecek. Size zarar vermesine müsaade etmeyin.”
Üstadlarının hikmetinden sual etmeyen talebeler, gence arkasını dönmüş, selamını almaz, esprilerine gülmez olmuş.
Kısa geçelim, neticede gariban genç bunalıma girmiş ve bir hüzün deminde bir kayanın üstüne çıkmış ve kendisini manastırın karşısındaki vadiye atarak intihar etmiş.
Bütün manastır efradı gencin intiharını canlı izlemiş.
Herkeste bir hüzün, derin bir keder. Dillerde ise aynı klişe “Üstadımız ne kadar da aydın bir bilge. Geleceği nasıl da öngördü, bizleri bu büyük tehlikeden nasıl da korudu?”
Büyük bir yaşama hevesiyle ve hayatın sırlarını öğrenmek üzere manastıra gelen genç, Sri’nin keramet hevesine kurban gitmişti oysa. Yalnız bırakılmış, henüz hazır olmadığı bir sınanmaya tabi tutulmuştu; kaldıramamış intihar etmişti.
Hayatı, akıl danesi olma maksadıyla geçmiş, insanlara pişuvalık etme hevesine sürekli sahip abilerimiz var.
Gelgelelim bir neşve yok, bir parlaklık yok kendilerinde.
Kimine tahammül edebiliyorum, kimine ise hiç katlanamıyorum.
Bir gürültü ve sürekli kulak kabartılan bir kakafoni var ortada yalnız.
Sürekli homurdanan, daima müşteki, asla mutlu olmayan, her daim umutsuz…
Okuyanın içini karartan yazılar, sonu gelmez kehanetler, bir nihayeti olmayan öldük bittik vaveylası…
Siyasal bir menfi duruşa öfkelenmek değil bendeki inanın. Bütün negatasyonu siyasal olsa “Adam realist ve sert gitmek istiyor” der öper başıma koyardım.
Ne zaman bir yerde denk gelsem, bir beyanını okusam dünya gri görünüyor, çiçekler soluyor, ağaçlar kuruyor, gökyüzünde yıldız kalmıyor, kediler mendeburlaşıyor, insanlar ahlaksızlaşıyor gözümde.
Mutlak ve dağıtılamaz bir nihilizm ile doğmuş da sanki hepimizi bu nihilizmden hissemend edesi var. Hepimiz hayattan en az onun kadar nefret edersek dünyanın en mutlu insanı olabilecek, zira hâlihazırda mutsuz. Bizzat mutlu olamayacak oluşunu, bizleri daha da mutsuz ederek telafi etmek ister bir tarafı var.
Girmek istemiyorum, herkesin yüklendiği demde isim vermek, bir de ben yüklenmek istemiyorum. Vallahi istemiyorum.
Fakat seninkinden yana şikayetlerim ilk defa bu kadar meşru bir zemine oturmuşken bir şeyler de söylemek istiyorum; zira ev içi tartışmayı sokakta yapmayı uygun görmeyen ben, mahremiyete hürmet tanımaz bir aymazlıkla kiminin anası, kiminin bacısı, kiminin kızı mesabesindeki kadınlara yönelik ağzına geleni söylemiş bir kimseye bir şey söylemek arzuma karşı duramıyorum.
Tamam, hiç durmadan bir felaket senaryosu, bir mahvolmuşluk tablosu ile karşımıza çıkarak hepimizi zaman zaman Swami’nin intihara sevk ettiği genç kıvamına getiriyorsun.
Bunu da “dindarların önderi” olmak zannı ile yapıyorsun, aynı Swami gibi (Gerçi talebeleri Swami’ye gönüllü talebe oluyordu; sen ve şürekan durmadan size tabi olmamız gerekliliğini bize dayatıyorsunuz. Bu farka da antrparantez değinelim)
Sayende dünyayı griden de gri gördüğümüz nice günler oldu. Helal-i hoş olsun sayende yaşadığımız her çekilmez menfi günün hakkı sana.
Lakin, içindeki teskin olmaz menfilik heveslisi ipin ucunu kaçırır da milletin karısını kızını umumen tahkir etmeye tevessül ederse, ben de meydanlık yerde sana “yuh” demeye tenezzül ederim.
Anası yandı, danası yanmasın diyerek çoluğumuzu çocuğumuzu bu halet-i ruhiyeden uzak tutmakla mükellefiz erenler.
Hayattan talebiniz nedir bilmem ama ben öyle olduğunu ümid ettiğim şekilde bir Rab ile karşılaşacağım yevme la yenfeu’ya hazırlık mahiyetindeki bu hayatı abus kamtarir geçirmek istemiyorum.
Bu sebeple hepiniz bir “helâketin eşiğindesiniz” çığlıkları atan bu adamlara kulağımı kapadım, edepsizlik sınırına kadar muhatap almamaya karar verdim.
Fakat bir hususu beyan edeyim: Kaht-ı rical deminde meydanı boş bulup “kara cahiller” taburuna kendinizi imam zannettiğiniz yer değil artık burası. Bazı şeyler yüzünüze vurulmuyorsa nezaketen vurulmuyor.
Sizi koruyan nezaket perdesini ellerinizle yırtmayın!