Demokrat Parti sonrası sürecin sergüzeşti, sürekli olarak benzer bir senaryonun yinelenmesi suretinde geçti.
Ne olduğunu kimsenin anlamadığı “Özgürlük, eşitlik, adalet” talepleri, yaygın “diktatör” söylemi ile tahkim edilerek kolektif bir memnuniyetsizlik hali yaratma gayretine girişenler bu saçmalıktan hiç vazgeçmediler.
Okudukları kitapların etkisindeydiler zira, eskilerin deyimiyle bir “Fransız İhtilal-i Kebiri” temsilinin bir parçası olmaya çalışıyorlardı.
Ucuz Aydınlanma savaşçıları, bu tavrı hiç değiştirmediler.
Hatta her geçen gün daha sinir bozucu bir noktaya taşıdılar bu taleplerini.
Zira bir zamanlar çıkıp da karşılarına “Tamam hemşerim istediğinizi vereceğiz. Fakat önce şu mevhum “Özgürlük” kavramından kastınızı, muhayyel “eşitlikten” asıl talebinizin ne olduğunu bir izah edin” diyen kimse olmuyordu.
“Adam okumuş adam, vardır bir bildiği” diyen Türk köylüsü, kasabalısı ile karşılaşıyordu ucuz aydınlanma savaşçılarımız Türk Sağı ile muhatap oldukça.
Bir dikey mobilizasyon süreci, bu arkadaşların karşısına, en azından muhatabının talebini anlamlandırmak isteyen bir kitleyi çıkardı.
Şimdi soruyoruz, ne istiyorsunuz kardeşim? Tam olarak ne istiyorsunuz? Bu ufunet, karnınızdaki bu teskin olmaz gaz, gözlerinizdeki bu şimşeğin sebebi ne? Ne istiyorsunuz?
Talebim dediğin şey somut değil, soyut bir şey. Domates değil yani, izaha muhtaç. Şunu bir yol anlatıver.
Elbette mukni bir cevap ile karşılaşamıyoruz.
En azından henüz fakiriniz karşılaşamadım, karşılaşana da denk gelmedim.
Fakat aklı fikri yerinde her kulun basitçe tespit edebileceği şu hakikatle sık sık karşılaştım: Bir iflah olmaz sabık imtiyazlılar topluluğu sürekli olarak, bir zamanlar oldukları şey olmak uğruna memleketin bağlarına hazan gelsin, tarlalar kurusun, kuzular sütten kesilsin, cılız kalsın diye uğraşıyor.
Birileri çıkacak ve bunlara o bir zamanlar sahip oldukları şeyi geri verecek. İmtiyazlarını verecek.
Peki, bunlar ne yapacaklar, yani bu kadar büyük bir hedefe ulaşmak için bir bedel ödemeniz gerekecek öyle değil mi?
Efendim, söylenecekler. En büyük hedeflerine ulaşmak için ortaya koyacakları en büyük gayret, ödeyecekleri en büyük konfor bedeli söylenmek olacak. Haminne gibi, huysuz ihtiyar, ayılamamış akşamcı gibi söylenecekler.
Birileri de çıkacak, bunların söylenmelerine, hiçbir şey beğenmemelerine bakarak diyecek ki “Tüh pek de tatlı bir adam. Dur şunu yeniden memleketin muktediri yapalım.”
Acı ama hakikat.
Ellerinde gerçekten başkaca bir sermaye yok.
Anca söylenecek, saçmalayacaklar.
Lakin söz dediğiniz de kökü cennette Nil Nehri değildir. Bir sonu vardır. Bir yerden sonra saçmalarsınız.
Fikri Sağlar gibi.
Oysa yapmak istediği sadece kutsal memnuniyetsizliğini izhar etmek, aslında ne kadar zor durumda olduğunu ortaya koymaktı.
Söz bitti fakat, saçmalamaya başladı.
Başörtülü hakim, adalet, eşitlik, kamusal alan…
Vallahi uzun uzun cevap vermeye değecek gibi değil. Şimdi bu bir zamanların kifayetsiz muktedirine kamusal alan falan mı anlatacağız? Hayır yapmayacağız elbette.
Zaten adamın böyle bir entelektüel tartışma talebi de yok. Adam fi tarihindeki imtiyazlarını talep ediyor. Yeniden Kültür Bakanı falan olsa, eşin dostun filmlerine ödenekler çıkarsa, saçma sapan şeyleri sanat diye anlatsa ve millet ikna olsa.
Öyleyse ona göre cevap vereceğiz. Hak ettiğinden fazla ciddiye almayacağız.
Kusura bakma Sağlar, memleket belli bir noktaya geldi. Sizin döneminizdeki kifayetsiz politikacılar, bugün ancak Birgün gazetesinde köşe yazabilir. Sokakta top oynayan veletler kültür-sanat işlerinden senin kadar behredar. Hulasa, bugünün ve yarının Türkiye'sinde senden Kültür Bakanı falan olmaz. Dün de olmazdı ya gerçi, bugün hiç olmaz.
Bu kadar.