Seçimleri anketler üzerinden konuşmaya alışkınız.
Severiz de...
En fazla da “bugün seçim olsa hangi partiye/adaya oy verirsiniz” sorusuna gelen yanıtlar ile ilgiliyiz.
Ayrıca güncel sorunların sandığa nasıl etki edeceğini sorgularken ekonomi ve güvenlik denkleminin kendiliğinden kurulduğunu görüyoruz.
Çünkü ezberimiz bu.
***
Peki eski Türkiye’nin “kadük usulleri” ile yeniyi ne kadar algılayabiliriz?
Hatırlayalım.
24 Haziran Seçimleri’nde MHP yüzde 11 oranında oy aldı. Ve bunu hiçbir anket firması öngöremedi. Seçmenin Akşener öncülüğündeki İP’e yöneleceği MHP’nin de yüzde yüzde 5 düzeyinde kalacağı varsayılıyordu. Ama oylar sayıldığında farklı bir fotoğraf ortaya çıktı.
Peki neden böyle oldu?
Çünkü sistem değişti. Parlamenter sistem gitti, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi geldi. Az şey değil.
***
Somut gerçek siyaset alanındaki tüm eski alışkanlıkların, teamüllerin ve ezberlerin devre dışı kalması değil midir? Böylelikle partilerin “yeniden konumlanması” ve yeni duruma uygun yeni bir siyaset tarzı geliştirmeleri gerekirdi. Ama “teorik tartışma” gerekli/yeterli düzeyde olmadı, olamadı. Muhalefet 24 Haziran öncesinde “parlamenter sisteme dönüş” iddiası ile sahaya çıkıp “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne uyumlu vaatler” ile yol almaya çalıştı. Bu temel çelişki siyaset yapıcılarda kafa karışıklığı doğurdu da siyaset alıcısı seçmene etki etmedi mi?
Dahası bunu ölçebilmek anket şirketleri için kolay bir iş mi?
***
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin ilk yerel seçimlerine yaklaşıyoruz. İlk kez bir yerel seçimde siyasi partilerin ittifak yaptıklarına şahit oluyoruz. İlk kez örtülü-açık ittifakların oy geçişkenliğine etkisini “yaşayarak” göreceğiz. Yaşayarak göreceğiz, çünkü ilklerin seçimi bu. 31 Mart Seçimleri’ni her açıdan benzersiz kılan “yeni” durumu eski kavramlarla algılamaya çalışmak yerine ezberlerimizin çöp olduğunu hatırlamakta fayda var. Bunun için de tüm ezberlerin bozulduğu 15 Temmuz’u merkeze almaya mecburuz. Zira “Beka Meselesi”nin bu kadar gerçek, bu kadar somut, bu kadar can yakıcı netliğine rağmen “yokmuş” gibi davrananların meydan yerinde böylesine pervasız at oynatabilmeleri mümkün olmamalıydı ve olmamalı.
***
Daha önce yazmıştım. Geldiğimiz noktada gerçeğe yakın olan, ekonomi ve güvenliği aynı başlık altında değerlendirmektir. Zira Türkiye’ye yönelik finansal saldırılar salt ekonomi meselesi olmanın ötesinde devletin bekasına yönelik tehdit anlamını da taşıyor. Güncel seçmen eğilimi “15 Temmuz hain darbe ve işgal girişiminin devamı niteliğindeki finansal saldırılar karşısında hangi siyasi kadro daha başarılı olabilir” sorusuna verilecek yanıtlarda gizli.