Başarısızlığı peşin kabul edenler farkında olarak ya da olmayarak bilim, teknoloji, ekonomi ve sanatta ileri seviyeleri yakalamış ülkelerin “gönüllü köleliğini” yapmaktadırlar. Başka ülkelerle yarışmak, rekabet etmek şöyle dursun bu iddia ile “milli haysiyet davasını” tutanları tahkir etmekten de geri kalmazlar. Acınacak durumdadırlar. Okudukça cahilleşirler. İçine doğdukları Türkiye’yi zayıf görme ve/veya gösterme alışkanlığı bunlarda geçici rahatlık sağlayan ama sonrasında tüm bünyeyi çökerten “uyuşturucu madde” misali bağımlılık haline gelmiştir. Ülkelerine, şehirlerine, ailelerine ve nihayetinde kendilerine yabancıdırlar. Bu sebeple milleti millet yapan ne kadar özellik varsa bunların üzerinde “elma ağacına bağlanmış armut misali” eğreti durur, yakışmaz. Bitmek bilmez bir uyku halindedirler. Gördükleri rüyayla meşguldürler. Gerçeğe değil yalana meyillidirler. Güdüldüklerini, kulaklarına üflenen komutlarla sağa sola savrulduklarını fark etmeksizin kendilerini aşan bir hedef ile dirilmeden ölüp giderler ve tabutlarına bakan çocukların “ölü ölmüş” hitaplarına mazhar olurlar.
***
Bu bizim yaramızdır. Yanımızdadır. İçimizdedir. Tedavisi kardeşlik bağlarını güçlendirmek, sevgiyi, saygıyı, dayanışmayı yaygınlaştırmaktır. Çatışmacı ve yıkıcı unsurları bir ur gibi kesip atmak “terörden arınmış huzur ve güven ortamında” yarışmanın, başarmanın, kazanmanın kıvancını yaşayıp, yaşatmaktır. Bölenlere karşı birleştirici, kışkırtanlara karşı yatıştırıcı olmaktır. İnsan davranışının güzelliğini yansıtan ne kadar tavır, tutum varsa tamamının inancımızdan, geleneğimizden, kültür ve medeniyetimizden kaynaklandığını kimseden aşağı kalır bir tarafımızın olmadığını hatırlamak ve hatırlatmaktır. İhtiyacımız olanın birlik ve beraberliğimizi muhafaza etmek ile daha çok çalışmak olduğunu tekrar tekrar söylemektir. Söylemekle kalmayıp olumlu örnekleri daha da belirgin şekilde ortaya koyarak “birlikte başaralım” duygusunu yeşertmektir. Dışlamamaktır, kucaklamaktır.
***
Zira, yalan yanlış söylentilerle milletin fertleri arasındaki “güven duygusunu” dibe vurdurmak istiyorlar. Sevgisizliği, saygısızlığı körüklüyorlar. Kin, fitne, fesat, garez gibi hastalıkları bir “virüs” gibi yaymaya çalışıyorlar. Dışarıdan kumandalı PKK ve FETÖ türü terör ve ihanet şebekeleriyle Türkiye’yi çökertmeyi hedefliyorlar. Bunlar tesadüfen ortaya çıkmış arızalar değildir. Bunlar korku ve endişeyi yaygınlaştırıp “direncini kaybetmiş bir toplum” oluşturmayı hedefleyen maksatlı çabaların tezahürleridir. Bu sebeple inancımızdan güç kaynaklanmalı, gevşekliğe fırsat vermemelidir. Kıvılcım, kıvılcım yayılan yalanları su olup söndürmek bunun için de gerçek bilgiyle donanmak öncelikli meselemiz olmalıdır.
***
Neticede devletler ve milletler arasında” ticaretin bile savaşa dönüştüğü” bir dünyada yaşıyoruz. Rekabet edebileceğine dair sinesinde zerre miskal inanç, azim ve hedef taşımayan bir nesil yok oluşumuz demektir. Gelecek ufkumuzu karartması muhtemel böyle bir tabloya kapı aralayan aymazlıkları “vatana ihanet” ile eş tutsak yeridir. Milletçe eser anlamında ortaya koyabildiğimiz ve koyabileceğimiz ne varsa tamamını “yıkmaktan ya da engellemekten” dem vuranları bir de bu açıdan değerlendirmek gerekmez mi?
***
Cumhurbaşkanımız Sn. Erdoğan’ın yerli ve milli otomobil, uçak, helikopter, tank, savaş gemisi başta olmak üzere dünyada rekabet gücümüzü artıracak yüksek teknoloji gerektiren eserlerini “milli gurur vesileleri” olarak elimizle tutup gözümüzle görmeye çok yakınız. Sn. Erdoğan’ın İstanbul Belediye Başkanlığı döneminden bu yana imkansız denilen ne varsa hepsini başarmış olması bunun somut ve başka izaha ihtiyaç bırakmayan ispatıdır. Yeter ki; yıkım cephesine fırsat verilmesin. 24 Haziran’da “daha iyisini yaparız ve yapıyoruz” diyebilen varken “yapmayız ve yaptırmayız” havasındakilere değil oy selam bile verilmez. Haksız mıyım?