Daha iyisini ortaya koyamayanın kötülemeye hakkı yoktur. Bu anlayışı hayatın her alanına ve en başta siyasete hakim kıldığımızda Türkiye’ye en büyük iyiliği yapmış oluruz. Çünkü daha iyisini ortaya koyma çabası gütmeksizin sadece “kötülemek” yoluyla yer işgal edenler yüzünden ülkemiz enerjisinin neredeyse yarısı heba oluyor.
Buna “kötümser durağanlık” diyorum.
Kaderimiz buymuş deyip çekeceksek ayrı. Ama yükümüzü atıp daha hızlı ve daha güçlü şekilde geleceğe yürüme niyetindeysek soralım. Türkiye’de muhalefet “kötülemek” dışında ne yapıyor?
Ne bir vizyon, ne bir proje ne de bir başarı hikayesi... Hal böyle olunca iktidara gelmek muhalefet için hayalden ibaret kalıyor. Oysa hareket başlayınca hayal biter, gerçek kendini gösterir.
Mesele yapmaktır.
CHP, yönettiği belediyeler eliyle hayata geçirdiği fazla değil 3 örnek projesini ortaya koyabiliyor mu? Yani meydan yerine çıkıp göğsünü gere gere “hizmet böyle yapılır” diyebiliyor mu?
Yok.
Ayrıca geçmişte şehircilik-belediyecilik adına sebep olduğu katliamlar için bir muhasebe yapabiliyor mu? Sorunun “zihniyet” olduğunu fark edebiliyor mu?
Nerede?
Peki ne kalıyor geriye?
Ak Parti ve Erdoğan düşmanlığı...
Muhalefet cenahı “nefret üretim merkezi” gibi davranıyor. Kendi kitlesini bir arada tutabilmek için başka yol, yöntem bulamıyor. Belki de bulmak istemiyor. Zira önümüzdeki yerel seçim sürecinde salt şehircilik ve belediyeciliğin konuşulduğunu düşünün. Tartışma daha başlamadan biter. Öyle ya, ne söyleyecek CHP? Yönettiği şehirlerde bir başarı örneği yok ki gösterebilsin. Varsa yoksa hakaret, iftira, yalan ve nefret söylemleri ile kitlelerin psikolojisini bozmak. Psikolojisi bozuk toplum demek üretmeyen, başarmayan, hedefsiz, gayretsiz kitleler demektir.
Memlekete zarardır.
CHP sadece kendisini zehirlemekle kalmıyor yani. Matine-suare ayin yapar gibi bitmek bilmeyen “kötüleme” seanslarıyla insanları şikayet makinesi haline getirmek bugüne kadar kime ne fayda sağlamış? Bozuk moraller, çatık kaşlar, asık suratlar... Yazık değil mi bu insanlara? CHP dar çevresini konsolide edecek diye bu kısır döngüye mahkum muyuz? Umutsuzluk yaymak, güven kırmak siyaset midir? Boş atıp dolu tutmaya alışanların “tamam dediğin gibi olsun kabul her şey çok kötü de, sen yönettiğin belediyelerde iyi denilebilecek ne yaptın, ne eser ürettin, hangi hizmeti hayata geçirdin’ sorusuna doğru düzgün cevap vermelerinin vakti gelmedi mi? Yine cevap veremiyorlarsa artık silinip gitmeleri gerekmiyor mu? 31 Mart 2019’da yapılacak yerel seçim işte bu kısır döngünün kırılması için belki de son fırsat. Türkiye kaliteli, üretken ve alternatif oluşturabilecek bir muhalefeti hak ediyor. Kalkınma, gelişme yerelden yani şehirlerden başlar. Şehirlere hizmet Türkiye’ye berekettir. Türkiye bu seçimde de “birleşsin gönüller, şahlansın şehirler” duygusuyla elbette yine doğru olanı yapacak. Ama şu muhalefet adı altındaki ıstırap bitmezse “geldik yarım, kaldık yarım” şarkısıyla daha nereye kadar gideriz diye oturup adam akıllı düşünmek lazım.