Türkiye’nin başlattığı “Fırat Kalkanı” harekâtının temel amacı; Türkiye’yi hedef alan terör örgütlerinin birbirini besleyen denklemini çökertmektir. Bu nedenle tek boyutlu değildir. DAEŞ’ in elindeki stratejik hattın düğüm noktalarından olan Cerablus’ a yönelik harekât, Türkiye’nin güvenliği için ilk hamledir. Azez- Cerablus hattının güvenli kılınması ve bu bağlamda DAEŞ gibi PKK/PYD yapısının da etkisizleştirilmesi bu harekâtın ajandasındadır.
DAEŞ ve PKK/PYD terör örgütleri, Suriye’yi terör coğrafyasına dönüştürmek isteyenlerin maşaları olarak rollerinin gereği için sahnedeler. Bölgenin haritalarıyla kendi çıkarlarına göre oynamak isteyen küresel baronların maşaları olan bu terör örgütleri, birbirini besleyen bir düzenek içindedirler.
Irak’tan Suriye’ye yönelen ve alan hâkimiyeti kurarak haritalarla oynamak isteyenlerin, yeni çizimler peşinde olanların kalem işlevini üstlenen DAEŞ, Suriye’de PYD’yi meşrulaştıran aparat durumundadır. PYD eliyle Suriye’nin kuzeyinden bir koridor açmaya ve sonrasında bu koridoru kalıcılaştırarak siyasallaştırıp bölgedeki ikinci garnizon devletine yani ikinci İsrail’e dönüştürmeye çalışanlar için DAEŞ bir araç durumundadır.
Bu koridorun doğrudan hedefi, Türkiye’dir. Ve hedef; PKK/PYD terör örgütü eliyle Türkiye’nin güney hattını kapatarak Türkiye’yi içine tutsak etmek ve nihai olarak parçalanma iklimine sokmaktır. Bu noktada tekrar hatırlatmak gerekir ki, Türkiye’nin parçalanması Suriye’den başlar ve bu yüzden de Türkiye’nin güvenlik sınırları ulusal sınırlarıyla sınırlanmayacak kadar geniştir. Bu genişlik, özellikle Doğu Akdeniz’i de içine alır ve esasen Suriye ve hatta Irak’ın geleceğini belirlemede en önemli faktör olan Doğu Akdeniz’in yükselen yeni enerji jeopolitiğinin bir gereği olarak şekillenir.
“Fırat Kalkanı” harekâtının zamanlaması da önemlidir. Bu harekâtın; FETÖ ihanet şebekesinin Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) bünyesine çöreklenen üniformalı teröristlerinin açığa çıkmasıyla başlayan temizlik çalışmasının yapıldığı bir dönemde TSK’nın devletine ve milletine bağlı kadrolarıyla başarıyla yapılıyor olması son derece kıymetlidir. İçindeki hainlerin temizlenmeye başladığı bu dönem, aslında TSK’nın çok daha fazla güven duyulan ve dolayısıyla çok daha güçlü olduğu bir dönemdir. Bu noktada 15 Temmuz öncesinin güvenlik mazisine dönülmelidir. PKK/PYD hendeklerinin kazıldığı, patlayıcılar depolandığı dönemde ve DAEŞ ve PKK/PYD terör örgütlerinin sınırları kullandığı dönemde bu bölgenin ve şehirlerin güvenlik bürokratları, emniyet müdürleri, kaymakam ve valileri irdelenmeli, bunların FETÖ bağlantıları açığa çıkmalıdır. Bugün biliniyor ki, sınır bölgelerinin askeri birimlerinin general kadrolarının neredeyse tamamı yani 45 general FETÖ ihanet şebekesiyle bağlantılı durumdadır. Bu vahim tablo altında teröre karşı mücadele yapılmaya çalışıldığını ve sürekli terörün köpürtülmesinin, tamamen sönümlendirilememesinin nedenlerinin bu noktada aranması gerektiğini görmekteyiz.
Bu gerçeklerin açığa çıkmasıyla tüm şer odaklarının maşaları son kozlarını oynamanın peşindedirler. Bunun için topyekûn mücadele, yeniden milli mücadele şart. Devlet-millet bütünleşmesiyle vatansever tüm güvenlik kadrolarıyla bu ülkenin İstiklalini ilelebet ayakta tutmak hepimizin boynunun borcu.
Ne yaşadığını, niçin yaşadığını ve nasıl yaşadığını bilen ve buna göre davranan toplumlar için gelecek vardır. Bunu başarmayanlar sürüklenmeye, çözülmeye ve ufalanmaya mahkûmdur.
Elazığ’da, Van’da, Gaziantep’te, Cizre’de kalleş saldırılarla bu ülkenin geleceğini karatmak isteyenler, başaramayacaklar…
Gün birlik günü, gün direnç günü, kararlılık günü… Yılmadan, boyun eğmeden yürekli liderlikle yeniden tek millet, tek vatan, tek devlet ve tek bayrak olma günü…