İnsan dedik lâkin; sadece insan değil, devlet politikaları da mutlaka bu minvalde olmalıdır... Olmalı ki insan, yaşasın ve yaşatsın. Kutlu medeniyetimizin mimarlarından Hz. Ömer’in şu ifadesi ne kadar da konuyu özetleyici bir mahiyettedir: “Dağlara buğday serpin, Müslüman memleketinde kuşlar aç kaldı demesinler!” İşte insanı kâmil, işte sosyal devlet, işte yaratılış gayesi…
Oysa günümüzde, bırakın yaşatmak şöyle dursun öldürmeyi politika edinen devletlere şahit oluyoruz. İnsanı, hayvanı, doğayı ve dolayısıyla “mahlukatı” katlederek kendi “refahlarını” tesis etmeye çalışan küresel vampirler, adeta hayata intikam almaya gelmiş gibi ölüm kusan bir makineye dönüşebilmektedirler.
Avustralya’nın kontrol altına alınamayan yangınlardan ve kuraklıktan etkilenen Güney Avustralya eyaletinde, su kaynaklarını tükettiği iddiasıyla yaklaşık 10 binin üzerinde yabani devenin helikopterlerden keskin nişancıların açtığı ateşle itlaf edildiği katliam; vahşeti bir kurtuluş yolu gibi gören “çağdaş zorbalığın” en taze temsil olmuştur. Günlerdir yanan kıta, kanguru ve koala gibi nesli tükenecek seviyelerde kayıplarla içimize ateş düşüren tablosunu bir anda, develeri katletme kararı ile paradoksal bir tutumla başka bir anlama bürümüştür... Hem de ne için? Su kaynaklarını tüketiyorlar gerekçesi ile. Bu nasıl bir akıl tutulmasıdır? Bu ne garabet bir zihniyet bunalımı, ahlak çöküşüdür? Bu ne menem bir düşmanca ve öldürme odaklı insan deformasyonudur? Koala yavrusuna su içirdikten sonra deve avına çıkan batı medeniyeti, bu tercihi ile dahi bir kimlik mi ortaya koymaktadır sorusunu akıllara getirmektedir.
Yangına su taşırken hangi ara akıllarına develerin içtiği suyu tartmak gelmiştir? Tüm herşey, cayır cayır yanarken bir başka canlıyı öldürme planı yapabilen varlığa “insan” denebilir mi? Her gittiği yere demokrasi nidaları ile koştura koştura gidenler, kendi coğrafyalarında emanetleri olan hayvanları öldürmek suretiyle aciz bir tabloyu dünyanın gözü önünde kanlı elleri ile resmetmişler, sergilerine yeni ve ihtişamlı bir ölüm eserini daha “gururla” eklemişlerdir. Kendi dışında hiçbir medeniyet ve aklı kabul sınırlarına sokmayanlar, Türkiye merkezli bir yardım kuruluşunun “Develeri kesip ihtiyaç sahiplerine dağıtalım!” teklifine dahi kulak tıkamışlardır...
Sanki bir keyif arz eder, savaş sanatı icra eder gibi masum canlıları keskin nişancılarının tetiklerine hedef etmişlerdir.
Şimdi de yangından kaçarken dolu ve toz bulutlarıyla imtihan olan Avustralya, deniz ortasında suyu çok gördüğü develerin günahında insanlığını boğarken, maşeri vicdanda kalemi kırılmış bir mahkumiyetle insanlık tarihine gömülmemin tadını çıkaradursun...!
Son söz;
“Elçi onlara dedi ki: Allah’ın devesine ve onun su içmesine dokunmayın. Fakat onu öldürdüler. Rableri de günahları dolayısıyla ‘onları yerle bir etti, kırıp geçirdi’; orasını da dümdüz etti. (91/13-14)
Geçtiğimiz Cuma akşam saatlerinde Elazığ Sivrice’de meydana gelen deprem yüreğimize ateş düşürdü… Hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yaralılarımıza şifa diliyorum. Allah Milletimizi daha büyük afetlerden korusun. Üniversite olarak tüm imkanlarımızla depremden etkilenen kardeşlerimizin yanında olacağız.
Sağlık ve afiyet içinde kalınız.