3 Kasım 2002 seçiminin akşamıydı... Saadet Partisi'nin baraj altında kaldığı kesinleşmişti. SP'li üç yöneticiyle yemeğe gittik.
İstanbullu gazetecilerin yakından tanıdığı ama Ankaralı gazeteciler için o günlerde henüz yabancı olan, seçimin galibi Recep Tayyip Erdoğan'la ilgili o akşam duyduğum sözler dün gibi aklımdadır.
Saadet Partili, tecrübeli siyasetçi aynen şöyle demişti, 'Recep Tayyip Erdoğan bizim öğrencimizdir. Elimizde büyüdü desek yeridir. Size onunla ilgili önemli bir tüyo vereyim.
1) Dindardır
2) Kindardır...'
'Onun hocası biziz' diyen kesim başta olmak üzere birçokları Erdoğan'la ilgili bu propagandayı yapıp durdular. Ancak onlar bile Erdoğan iktidarından, 27 Nisan e-muhtırasındaki gibi kararlı bir duruşu beklemiyordu. Siyasi tarihimizde ilk kez siviller, silahlı güçlere kafa tuttu, onların boyunduruğuna girmeyeceğini haykırdı. Sonuçta kazanan Türkiye oldu.
Bugün gelinen noktada yaşananları bu duruşun ışığında değerlendiriyorum. Yegane kaygım, bir zamanlar iktidarla dirsek temasına giren ama sonradan kendini neredeyse seçilmiş iktidardan daha muktedir sayan o malum güçlerin başımıza bir çorap örmesi!
Gülen Cemaati ve AK Parti
PKK'ya hitaben, 'Benim için Öldürme' kampanyasını başlatan Cemal Atila can dostumdur. Zaza'dır, diller ve dans konusunda yetenek abidesidir ve inatçı keçinin tekidir! Her buluşmamızda dünyayı masaya yatırır, 'Başka türlü bir şey benim istediğim...' şarkısını söyleriz. Aylar önceki sohbetimizde beni 'statükocu' olmakla suçlamış, 'Cemaatlerle kafayı bozmuşsun. Sana ne zararları var?' demişti.
Sistemle derdi olan pek çokları gibi o da, 'Statükoyu yerle bir etsin de, ister cemaat etsin ister AK Parti ya da bir başkası...' diyordu. Beni, kendimi bildim bileli mücadele ettiğim statükoculardan biri olmakla suçluyordu.
Cemaatlerle AK Parti sayesinde tanışmadık elbette. Tüm sağ partilerin hatta bazen sol partilerin bile iktidara gelmek için cemaatlerin desteğini aldığı bir ülkede yaşıyoruz. Ben ve benim gibiler, 'anti-emperyalistlerin, solun, özgürlük arayışında olanların, ötekilerin' düşmanı olan faşist statükoyu özleyecek değiliz. Sadece şunu öğrenmek istiyoruz, gidenin yerine kim gelecek? Tıpkı Arap Baharı'nın yaşandığı ülkelerdeki gibi... Gidenler diktatördü, tamam. Peki ya gelecek olanlar?
ERDOĞAN BİR TARİKATA BAĞLI MI?
Başbakan Erdoğan'ın en yakınındaki isimlere, samimiyetle birkaç kez sordum, 'Başbakan bir tarikata bağlı mı? Ya da bir cemaate diğerinden daha yakın mı?'
'Başkan'ın (İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu günlerden beri kendisiyle çalışanlar Erdoğan'a böyle hitap ediyor; bazıları ise 'Patron' diyor) ne bir tarikatı var ne de kişiler arasında böyle bir ayrım yapar' demişti hepsi.
Başbakan'la bu konuda sohbet imkanım hiç olmadı ama eşi Emine Erdoğan'la birkaç seyahatte dinle ilgili konuştuk. Ne beni yargıladı ne de kötü bir bakışını gördüm. Kendisine gülerek, 'Başbakan'a hangi vitamini veriyorsanız ben de ondan alacağım. Bu kadar seyahate nasıl dayanıyor?' diye sorduğumda, 'Yüce Rabbim ona güç veriyor' demişti. Emine Hanım'ın sözleri üzerine AK Parti Milletvekilleri, 'Özlem, senin hiç şansın yok!' diyerek kahkahayı basmışlardı.
Bunu şunun için anlattım, AK Parti'nin sırrının, 'kendine tıpa tıp benzeyenler yerine akla önem vermek' olduğunu düşünüyordum bir süre öncesine kadar. Ancak her geçen gün, kendini güçlü kılan bu özellikten uzaklaştı. Meslektaşlarımızı, sosyalistleri, işkenceci polis şefiyle yargılayanlara gözlerini kapatacak kadar, siyasetçileri, akademisyenleri içeri atanları alkışlayacak kadar körleşti.
Bu yüzden bugün, bir zamanlar kendilerine destek veren ama şimdi çelme takmaya çalışanlarla mücadelede yalnız kaldı.