Ve Yargıtay tarihinde 27 Mayıs temizliği sonrasında 27 Mayıs Devrimine iman etmiş aydın Türk yargıçlarınca yapılan seçimde Başkanlık koltuğuna oturan İmran Öktem konuşuyor.
“Baroları siyasetin vesayetinden kurtarmak ve onları mahkemelerin tam bir yardımcısı haline getirmek” arzusu verilen ilk mesaj.
1943’teki ilk adli yıl açılış konuşmasındaki “yürütmeye yardımcı olacak yargı” anlayışından, “mahkemelerin tam yardımcısı haline gelen baro” anlayışına geçiş, Seçkin’in tasavvuruna uygun. Seçkin’in “tüm toplumsal ve siyasal meselelerde son söz hakimindir!” sözünü hatırlayalım. Artık hükümet, yani siyasi aktörler egemen olmaktan çıkıyor, 27 Mayıs ile yeniden biçimlendirilen yargı egemenliğin en güçlü aktörü haline geliyor. Savunma ise “siyasetin vesayetinden” kurtarılıyor, asli egemen olan yargının hizmetine sunuluyor!
Öktem sekiz adet içtihadı birleştirme kararını aktardıktan sonra çok önemli gördüğü bir ceza genel kurul kararını konuşmasının merkezine yerleştiriyor. Bu karar, “Nurculuğa ait kitapları okumanın ve okumaya vermenin” cezalandırılmasıyla ilgili. Önce bu kararı veren ceza daireleri üyelerinin “İslam dininin iman, itikat ve ibadetle ilgili temel ve özelliklerini gayet iyi bilen kimseler” olduğunu tespit ediyor.
Elbette bir konuşma böyle başlıyorsa, devamını tahmin etmek güç değil. Önce “Fakat hiçbir kimse devletin sosyal, iktisadi^, siyasi^ veya hukuki^ temel düzenini kısmen de olsa din kurallarına dayandırma ve siyasi^ veya şahsi çıkar veya nüfuz sağlama amacı ile dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz.”Ancak Öktem için bu ifadeler, yargıçların mecburen uymak zorunda oldukları bir kural değil, bir dogmadır ve iman edilmesi gerekir.“Bu 1960 Devrimi'nin getirdiği 1961 Anayasası'nın ihmaline hiçbir aydın Türk’ün müsaade ve müsamaha edemeyeceği temellerden biridir. ”Yargıç ile aydın yahut ideolojik misyonerlik arasında farklar yok oluyor.Yargıcın bağımsız vicdan ve adalet öncelikleri rafa kalkıyor, bir aydınlanma militanına dönüşüyor.
Mahmut Esat Bozkurt’un “Türk adliyecisinin yegane gurur duyacağı husus devrimleri hayata geçirmektir” ifadelerinde yer bulan misyoner-militanlık, Öktem’in konuşmasında 27 Mayısçı bir aydınlanmacı militanlığa dönüşüyor.
Devam ediyor:
“Din, iman ve ibadet perdesi altında kendisine, ailesine, çevresine, milletine zararlı hareketler yapılıyorsa ve suçlar işleniyorsa bu hal dinin, din ve vicdan hürriyetinin kötüye kullanıldığını gösterir. Hukuk buna müdahale eder.”
İdeolojik örgüyü biraz açalım. “din, iman ve ibadet” meselelerine kategorik bir karşıtlık söz konusu değil. Lakin bu üç kavram “kötülüklerin perdesi” olabiliyor. Ve perde fonksiyonu sadece “din, iman ve ibadet” için söz konusu. Örneğin “Atatürk”, “çağdaşlaşma”, “aydınlanma” veya “Türklük” kavramlarının perde fonksiyonu asla olamaz.
Neden olamayacağı da konuşmada açıklanmış durumda. Türk hakimleri “İslam dininin iman, itikat ve ibadetle ilgili temel ve özelliklerini gayet iyi bilen kimseler” ve elbette aynı zamanda “1960 Devrimi'nin getirdiği 1961 Anayasası'nın ihmaline müsaade ve müsamaha” etmeyecek “aydın Türk” oldukları için bunların ne zaman kötüye kullanılmış olacağını da onlar bilirdi.
Son söz sahibi aydın yargıç, elbette bu perde arkasında kişinin kendisine, ailesine, çevresine ve milletine karşı koruyacak. Hukukun emri bu.
Böyle bir militanlaşmaya 1943’ten sonra ilk defa rastlıyoruz.
? ? ?
Militanlaşma rasyonelliğin tükeniş aşamasına işaret eder. Egemenliği kullanıldığı üst pozisyonlara sirayet etmişse, çöküş kaçınılmaz. Genel olarak ve özellikle 27 Mayıs’tan sonra demokratik meşruiyete sahip olmayan yargının bu şekilde irrasyonelleşmesi ve kendi kendini tüketmesi kaçınılmazdı.
27 Mayıs Devrimi’ne iman ile bağlı militanlardan müteşekkil bir Yargıtay inşa edilince, “Yargıtay içi demokratik seçim” sonucunda Öktemgillerin “Başkan” olması kaçınılmazlaşıyor.
Bugünün paralel militanlığı ve Yargıtay bakımından çıkarılacak dersler çok.