'Inside Job' adlı belgesel 2008'de Amerika'da yaşanan ve dünyayı da etkileyen ekonomik krizi anlatıyor; nasıl gelindi, ne tavizler verildi, kimin bu işlerde parmağı var.
Amerika açık bir toplum olduğu için kimin nerede at koşturduğu, başka hangi yan işlerle uğraştığı da ortada.
Nitekim 'Inside Job' da önümüze getirdiği felaket tablosunu tamamen kamuya açık bilgilerden yola çıkarak tamamlamış. Hükümet tarafından devlet görevine atanan bankacılar... Bu eski bankacıların bir zamanlar çalıştıkları kurumları kollayan kararları... Kurulan çarpık sigorta-mortgage sistemi... Müşterisini ortada bırakan bankaların CEO'larının aldığı bonuslar...
Ama benim için en şaşırtıcı olan kısmı bu yozlaşmadan Amerika'nın büyük üniversitelerinin de nasibini almasıydı.
Anti-kapitalist hareketin öncülerinden Naomi Klein, 'No Logo' kitabında şirket etkilerinin girmediği tek kurum olan üniversiteleri gösteriyor ve günümüzde özgür düşüncenin sadece buralarda olabileceğini savunuyordu.
'Inside Job' gösteriyor ki Klein'in tezinin üzerinden çok sular akmış.
Şirketlere danışmanlık yapan akademisyenler... Hükümetin ekonomi politikasında söz sahibi olan üniversite hocaları...
Harvard, Columbia, NYU, Brown ve başka prestijli okullardan senede ek gelirlerle milyonlarca dolar kazanan isimler...
Peki bu insanlar neler mi yapmış dersiniz?
Mesela iki tanesi İzlanda hükümetinden para alıp, İzlanda ekonomisinin ne kadar iyiye gittiğini, yeni özelleştirmeler ve borçlanmaların nasıl ülkeyi sağlamlaştırdığını anlatan bir kitap yazmış: İzlanda batmadan hemen önce!
Hazinede görev yapanlar 2008'deki krizden birkaç ay önce kamuoyuna 'Her şey yolunda' mesajı vermiş, kitaplar yazmışlar.
Bankaların parasıyla ayakta duran rating şirketleri (Moody's, S&P, Fitch) batmak üzere olan bankalara en yüksek notları vermişler.
Başkanın üniversite hocalarından oluşan danışmanlar kurulu tabii hiç kimseyi uyarmamış. Belli ki bu sessizliğin karşısında ödüllendirilmişler; Harvard'ın rektöründen tutun da Brown'ınkine kadar hemen hepsi ülkenin en çok kazanan isimleri. Çünkü şirketlerden yüksek maaşlı danışmanlık alıyorlar, üzerine bir de hükümete 'akıl' satıyorlar.
Bu balon büyüye büyüye sonunda 2008'de patladı.
Tabii hiçbir soruşturma açılmadı, hiç kimse hapse girmedi. Bankaları batıran CEO'lar astronomik ücretler ya da ayda '1 milyon dolar' danışmanlık maaşı gibi anlaşmalarla emekliye ayrıldı.
Bush hükümetinin bu çarpık düzenini değiştirme iddiasıyla gelen Obama yönetimi de bu krizin olağan şüphelilerini yeniden göreve atadı. Yine bankalarda görev yapmış, geçmiş hükümetlerde kilit rol üstlenmiş sicili kabarık aynı isimleri ekonomide kritik yerlere atadı.
Belgesele konuşan bir uzman 'Bu bir Wall Street hükümeti' diyor, 'Hiçbirinin gücü bunu yıkmaya yetmiyor.'
Filmden sonra otomatik olarak bir Türkiye kıyaslaması yaptım.
Dünyada ve Türk basınında bir 'Türk ekonomisi harika' dalgası var. Hem Türk gazetelerinde, hem de dünya basınında bu yönde yazılar çıkıyor. Bu yazıların pek çoğuna Türk akademisyenler, ekonomi yazarları görüş veriyor, kaynak oluyor.
Acaba sahiden Türkiye'de işler yolunda mı? Belki de değil ve rakamlarda boğulan, ekonomi dilini anlamayan bizler bu isimler tarafından uyutuluyoruz, kandırılıyoruz. Siyasette bunca yalan tahlil yapan liberal var da, ekonomi de mi olmayacak?
Türkiye, ABD gibi açık bir toplum olmadığı için 'ekonomi uzmanlarının' yan işlerini öğrenemiyoruz. Oysa bu defterlerin açılması, sicillerin dökülmesi, kimin nereden ne kadar para aldığının ortaya çıkması gerek...
Hangi ekonomi yazarları hangi büyük şirketlere çalışıyor?
Hangi üniversite hocaları danışmanlık yapıyor?
Hükümet hangi akademisyenlerden akıl alıyor?
Tabii bu 'Her şey çok iyi gidiyor' havasının bedeli nedir?
Sadece soruyorum. Dürüstlük ve şeffaflık adına.
CHP düşmanı araştırmacı
Adam 'her şeyi önceden tahmin eden kişi' olarak biliniyor... Bir ara şöhreti sarsıntıya uğradı, sonradan yeniden toparladı ve 'duayen' olarak ekranlarda ağırlanmaya devam ediyor.
Zamanında siyaset de yaptı... O siyaset yıllarında artık başına ne geldiyse azılı bir CHP düşmanı oldu çıktı...
CHP ne yapsa ona yaranamıyor. Hiçbir olumlu gelişmeyi görmüyor, ekranlara çıkıp hep CHP'yi kötülüyor, bu yönde yorumlar yapıyor.
Peki son zamanlarda Ankara'da ne konuşuluyor dersiniz?
Bu araştırmacı 'ağabeyimiz' yeni bir müşteri bulmuş... Bu aralar sık sık koltuğunun altında dosyalarla AKP'ye gidiyormuş, onlara araştırmalar sunuyormuş. Hizmetleri arasında rakip partiyi ekranlarda kötülemek de var galiba!
Bir daha asla
- New York'ta İngilizce'den çok masalardan başka dillerin yükseldiği, turistlerin 'Çok ünlüymüş şekerim' diye duyup akın ettikleri restoranlara gitmem...
- Eski New York geleneklerim olan Pastis-Balthazar-Buddakan üçlüsüne adımımı atmam. Hem ortam kötü, hem de (ilk ikisinde) yemekler acayip bozmuş.
- Wholefoods'un açık büfesinden eve yemek götürmem... Bir tat eksikliği var, ne yaparlarsa yapsınlar illa ki bir malzeme eksiliyor.
- Fiyatı ve modasıyla ürün kalitesi ve dayanıklılığı ters oranda ilerleyen DKNY'dan alışveriş yapmam.
Limo'dan trene
New York'taki elimiz ayağımız Kaan Limo, bayram öncesi ABD'ye gitmeyi düşünenler için bir bülten hazırlamış ve binlerce kullanıcısına yollamış. Bildiğimiz hizmetlerinden bahsediyor: Havaalanı ulaşım, yolculara bedava cep telefonu, rezervasyonlar ve ABD'yle ilgili her türlü yardım.
Bunların çoğunu biliyoruz zaten... Kaan Limo, ABD'ye giden Türkler için bir prestij göstergesi. Portfolyosunda kimi ararsanız var; dikkat edin İST-JFK uçağından inen herkes havaalanında Kaan Limo işaretlerini takip edecek.
Ancak bu sefer yolladıkları mail'de bir not dikkatimi çekti:
'Kaan Limo, sadece Türkiye Cumhuriyeti ve Atatürk sevdalılarıyla çalışır.'
Anlaşılan kamplaşma buradan Amerika'ya da sıçramış.
Biraz araştırdım, şirket bu ilkeyi sonuna kadar uyguluyormuş. Hatta son zamanlarda siyasi görüşündeki aşırı kaypaklık ve değişim yüzünden çok ünlü bir köşe yazarının Kaan Limo'yla çalışma ayrıcalığı bitirilmiş. Şimdi o istasyonda Pensilvanya trenini bekliyor.