Kütahya'daki Eti Gümüş AŞ'nin açık havuzlarında muhafaza edilen 25 milyon ton atık sudaki siyanürün hava, su ve topraktaki yayılımı devam ederken, siyanürün 'bir kısmına da' işletmede çalışan işçilerde rastlandı.
100 işçinin 97'sinin idrarında limitin 5-10 katı oranında fare zehiri olarak da bilinen arsenik tespit edildi.
7 Mayıs'ta 'aşırı kapasite' kullanımı nedeniyle atık su barajının yıkılmasından sonra, yeraltı sularına ve işletme yakınındaki Dulkadir Köyü şebeke sularına siyanür sızıntısı olduğunu, şirket ve Kütahya Valiliği ısrarla reddetmişti.
Bir ay sonra Dulkadir Köyü'nde önce hayvan telefi sonra da köylülerin zehirlenerek hastanelik olması üzerine, 'bir gram' siyanür sızıntısı yok ifadeleri değiştirilmiş ve 'bir biçimde' köyün şebeke suyuna karıştığı kabullenilmişti.
Üstelik Çevre Mühendisleri Odası (ÇMO), SES ve Türk Tabipler Birliği gibi demokratik örgütlerin sızıntının halk sağlığı ve doğayı tehdit eden tehlikesine karşı yetkilileri önlem alma çağrıları üzerine bakın ne olmuştu.
Savcılığın acilen madeni mühürlemesi yani sadece çevre kirliliği değil, insan yaşamına tehdit gerekçesiyle işletme faaliyeti durdurulması gerekirken, şirket ÇMO'ya dava açmıştı.
Halkı zehirlenmeye karşı uyararak kamu sağlığını önemseyen Prof. Onur Hamzaoğlu'na açılan davayla aynı gerekçeyle Eti Gümüş, ÇMO'yu 'halkı kin, nefret ve paniğe sevk ettiği' iddiasıyla dava açmıştı.
Ve ÇMO'nun açıklamalarının şirket çalışanlarına, yöneticilerine, hissedarlarına 'elem ve ıstırap' verdiğini eklemişlerdi!
Ayrıca şirket siyanürlü gümüş üretim faaliyetinin felsefesini AKŞAM'dan Doruk Çakar'ın haberinde şöyle özetlemişti.
'Yaşamın kendisi zaten bir risktir ve her işin kendine özgü riskleri vardır!'
İşte bu yüzden 'yaşam hakkını savunmak' kalkınmasını milyonlarca yılda üretilen kamu malı cevherleri acele zehirli kimyasal yöntemlerle 'paraya' çeviren ülkemizde 'suçtu'...
Bu dünya görüşünü yakından tanıyorduk, patlayan tüpgaz kadar riski olan 50 milyar dolarlık nükleer santral yatırımı ya da maden ocağının 500 metre derinine sensörsüz gönderilen 30 madencinin ölümü söz konusu olduğunda 'yaşamanın kendisi tamamen bir risk halini alırdı'.
Ama nedense bu ölümcül riskler 600 TL'ye 12 saat çalışan güvencesizlerle geriye dönüşsüz bir kimyasal çöplüğe dönüşen doğa tarafından paylaşılıyordu.
Gelişmiş ülkeler siyanürle altın-gümüş üretimini 'risklerinden' dolayı terk ederken küresel şirketlerine ise Gana, Zambiya, Etiyopya, Şili, Endonezya ve Sudan'da siyanürlemeyle cevher çıkarttırıyorlar.
Bizde ise 2006'da özelleştirilmiş maden işletmesinde çalışanların bedenlerinde ağır metaller depolanırken, şirket karlı yükselişini ilk beş yüz firma arasında bu yıl 50 basamak artırarak sürdürmüştü.
Şimdi 65 işçi kan ve idrarlarında tespit edilen arsenikle 50 yatak kapasiteli Ankara Meslek Hastalıkları Hastanesi'nde yatıyor...
İşin açıkçası şuydu karlılık ve sermaye birikim söz konusu olunca 'hayat bazılarımız için arsenik, cıva, kurşun, kobalt, kadmiyumu organlarında biriktirerek usulca ölmeyi gerektiriyordu...'
Tesiste çalışan geri kalan 663 işçinin hiçbirinin sağlık taraması bugüne kadar yapılmamıştı.