Hepimizi bir zulmün faili ve bir çürümenin mahalline çeviren, envai çeşit iktidar ilişkileriyle donanmış günlük hayatımızda Tayfun Gönül, dünyevi bagajsız ve zihni angajmansız varlığıyla çekip gitti.
Kariyerist dünyanın doğmamış bebeklerine anne karnında özel ve pahalı okullara kayıt sırasına girildiği, başarı ve rekabetin totemleştiği günümüzde Tayfun Gönül, temellerini zangır zangır salladığı verili egemen sistemlere boyun eğmeden diz çökmeden giderken...
Onun hayatı bir ahlaki manifesto metnine evrilip, yaşamı boyunca vazgeçtiği, sırtını döndüğü, gönül indirmediği prestijli iktidar statüleri, mücadele ettiği bin yüzlü militer zihniyeti de geride kalanlar için iyice açığa düşüyordu...
Ve 'özgürlük' kavramının reklam bilboardlarında elit müşteri ayrıcalığını imlediği günümüzde Tayfun Gönül, tutkulu iktidar düşkünü ve güç bağımlılarının her gün koro misali attığı sahte 'demokrat' çığlıkların yanından savunduğu ahlaki değerleri ömrüyle tartan, sınayan 'anarşist' kimliğiyle bize göz kırpıyordu.
Ankara Fen Lisesi'nin bu coşkulu muzip genci, erken yaşta sistematik tahakküm aygıtlarının hepsinin militarist zihniyetle işlediğini ve bu otoriter yapıların üniformalı üniformasız okuldan işyerine, ordudan gündelik hayata ve dile kadar nasıl nüfuz ettiğini kavramıştı.
Bir söyleşisinde çocukluğundan beri 'var olan dünyadan çok var olması gereken dünya' üzerine düşündüğünü ve eşitlik, özgürlük ve adalet gibi değer yargılarını uzunca süre Müslümanlık dahil her yerde aradığından söz eder.
Daha sonra Hacettepe Tıp Fakültesi'nde okurken girdiği yoğun siyasi etkinlik yıllarına eşlik eden eleştirel aklı belki de onu kuru metinlere ve didaktik retoriğe angaje olmaktansa bizzat kendi hayatındaki özerk seçimleri yani reddettikleriyle yol almasını sağlayacaktı...
Tıp fakültesinden mezun olunca doktorluk yapmayan Tayfun Gönül, beyaz önlüğün de insanları tek tipleştiren ve varlığını etkisizleştiren 'emir-komuta-ceza-hiyerarşi' üreten bir üniforma olduğunu söyler ve ekler 'üniformanın rengi, beyaz ya da haki önemli değildir'.
Ve 1990'da Tayfun Gönül ve Vedat Zencir, Sokak Dergisi'nde vicdani retlerini açıklarlar ve 'Halkı askerlik hizmetinden soğutacak etkinlikte, teşvik ve telkinde bulunmaktan' Tayfun Gönül yargılanır. Gönül'e üç ay hapis cezası verilir.
Ama böylece 1990'ların faili meçhul cinayetlere davet çıkartan milliyetçi-militerliğin yükseldiği karanlık dönemlerinde Türkiye'nin otoriter zihin dünyası Tayfun Gönül'ün 'zorunlu askerlik ve militarizme karşı' görüşleriyle bayağı silkelenir...
Gönül; devletin insanları vicdani kanaatlerine aykırı davranmaya zorlayamayacağını ve 'Vicdani ret hakkının' temel insan hakları ve doğal hukukun ayrılmaz parçası olduğunu ve 'zorunlu askerliğin' bir kamu hizmeti olmadığını yıllarca savunacaktır... Türkiye Devleti'nin askeri cezaevlerinde tuttuğu işkenceye uğrayan vicdani retçilerin bugün görünür hale gelmesinde ve Vicdani Ret Yasası'nın tartışılmasında Tayfun Gönül'ün 20 küsur yıl önce cesurca açıkladığı görüşlerinin büyük payı vardı...
Üstelik militarizmi 'güvenlikçi devlet' paradigmasıyla güncelleştirerek üreten 'sivilleşme' adı altında militer zihnin milliyetçi ve ırkçı tezahürlerini kuşanmış bugünün Türkiyesinde tüm egemen ve muhalif militarist yapıları sorgularken... Tayfun Gönül çarşamba günü 'esnemeyen' ahlaki duruşu, dünya malını öteleyen dervişan tavrı ve hegemonik bir iktidarın cüzzi sureti olmayan yüzüyle uğurlandı...
Ayrıksı hırçın bir sarmaşık gibi yayıldığı hayatta bir gün konforlu/otoriter statükonun tuzağına düşmeden ve değmeden aramızdan ayrılmıştı...