Bugünlerde demokrasi korosuna nasıl da totaliter tınılı çığlıklar katılmaya başladı?
Çoğunlukçu demokrasimiz otoriterleşiyor derken süratle totaliterleşmeye doğru yönleniverdi.
Siyasi, toplumsal hayat ve doğa dahil tüm yaşam alanlarını tahakküm altına alan ve tek kendi doğrusuyla kuşatan totaliter anlayış, başka bütün doğruları 'hastalık' diye niteliyor.
Neoliberal iktidar blokunun sivil kanaat öncüleri kendilerini daha fazla tutamadı ve Dolmabahçe olaylarında şiddet gören öğrencileri 'patolojik' ve 'hastalıklı' ilan ettiler.
Bu bildik bürokratik rejim aklı, Dolmabahçe'deki öğrencilerin saldırgan kitlesel patolojiyle sağa sola saldırdıkları ve bu hastalıklı gençlerin deli gömleği giydirilerek başkalarına zarar vermelerinin önlenmesi istendi.
O zaman biz de kestirmeden kamusal alanı 'mikroplardan' ve 'hastalıklardan' temizleme saplantısının da nasıl sapkın kitlesel bir hastalığa dönüştüğünü, bize modernliğin tarihinin uzun uzadıya anlattığını söylemeyiz.
Zira totaliter rejimlerin 'rejim düşmanı', 'patolojik unsur' diye listesini çıkartıp akıl hastanelerine, çalışma kamplarına yolladıkları milyonlarca insanı toplu kıyım gerekçeleri de toplumu ilelebet sterilize etmek adınaydı.
Ve bu rasyonalizasyonu yapabilmiş kitleler ve liderlerinin sürüklendiği yerde ahlak ve insanlık da kaybetmişti.
Şimdi günümüzde komünizmle mücadele günlerinden kalan bu marazi 'hijyen' kaygısı yine neden nüksetmişti?
Çünkü piyasaların saf ve sağlıklı bünyesine sızan öğrenciler, biber gazına rağmen patojenitelerini kaybetmemiş ve kamuoyundan da hatırı sayılır destek almışlardı.
O halde siyasi alana sıçramayı başarmış bu öğrenci hareketini, geçen yıl olduğu gibi 'ideolojiyle' suçlamayıp bir aşama daha ileri götürüp 'akıl hastalığı' diye damgalamak zorunluydu.
Kökü dışarıda terörist çevreciler, yetim hakkında gözü olan Tekel işçileri, ulaşım hakkını isteyen 'bazı gruplar', parasız eğitim diye bağıran marjinal ve 'hastalıklı' sol öğrenciler, öğretmen olamamışlar birliği, madenlerde patlayan işçinin ailelerini tahrik eden 'yabancı şahıslar', hepsi ama hepsi bu geniş patolojik parantezin içine alınıyorlar.
Dün de Milli Eğitim Bakanlığı'nın 'hastalık' yaşken tedavi edilir mantığına hizmeten her okulda bir müdür yardımcısının emniyetle işbirliği yapmakla görevlendirildiğini öğrendik.
Akşam gazetesinde Ali Ekber Ertürk'ün haberinde her okulun bir müdür yardımcısının 'irtibat görevlisi' olarak çalıştığı ortaya çıktı.
Ve emniyetle karşılıklı bilgilerin paylaşıldığı bu 'sivil' polislik yaptırılan öğretmenlerin pek çok konuda bilgi aktardıkları tahmin ediliyor.
Diğer öğretmenlerin ve öğrencilerin kimliğini bilmediği 'irtibat görevlileri' okullarda güvenliğin sağlanması ve şiddetin önüne geçme gerekçesiyle kayıtlarını tutup, fişlerini iletiyor olmalılar.
Okullardaki 'çocuk patojenitelerin' tespit ve bildirimiyle 'hastalıkların gelişimi de' böylece engelleniyor olmalı.
Ama nihayetinde 'ortamlar' ne kadar sterilize edilirse bünyenin bağışıklık sisteminin o kadar zayıflayacağını ve 'hastalık' saplantısının da bir o kadar derinleşeceğini bilmek lazım.