Malatya'nın simgesi kayısı hasat edilmeye başlandı. Magnezyum, potasyum ve A vitamini kaynağı olan 'yazın müjdecisi' kayısının anavatanı Anadolu'nun doğusu ve İran. Bu hafta kayısının faydalarından başladık, kayısılı yemek tariflerine uzandık...
Geçen hafta gazetelerde -küçük de olsa- bir haber yer aldı. Malatya Kayısı Araştırma İstasyonu'nun dünyadaki 300 kayısı çeşidini barındıran Gen Bankası'nda, erken olgunlaşan kayısıların hasadına başlandığını duyuruyordu haber...
Yani Malatya'da üç noktada, Tecde Mahallesi'nde, Battalgazi İlçesi'nde ve Akçadağ'ın Karapınar Köyü'ndeki bahçelerde, erkenci türler olarak bilinen 'hırmanlı', 'tekeler' ve 'Silistre de Rona' kayısı çeşitlerinde hasada başlanmıştı. Bu noktada söylenmesinde yarar var; Gen Bankası işi son derece önemlidir ve ne kadar çok çeşidi koruma altında tutuyorsak, tarımsal anlamda geleceğimiz de o kadar garanti altında demektir. Eskiden adı Gen Bankası değildi kuşkusuz ama vizyon sahibi bir lider olarak Mustafa Kemal, zeytin, incir ve üzüm için benzeri araştırma istasyonlarını 1926'dan itibaren Anadolu'da kurdurmaya başlamıştı bile... Aklınıza takılabilir, 'Hasat yeni başladıysa, haftalardır yediğimiz kayısılar neyin nesi?' diye... Efendim, onlar zengin bir toprak örtüsüne sahip Anadolu'nun aslında kayısı bölgesi olmayan yerlerine dikilen ağaçların ürünü... Özellikle kıyı bölgelerimizde, Malatya kayısısından 1-1,5 ay kadar önce, ağaçlar meyveden gerçek anlamda 'yıkılıyor'... Taşımakta zorlandığı için de, dalların altına destekler konuyor.
ŞEKERPARESİ MAKBUL
Türkiye'de kayısı deyince aklımıza Malatya geliyor ama deniz seviyesinden 700-800 metre yüksek rakımlarda kayısı yetiştiriyoruz. Tazesinin Malatya 'şekerpare'si pek makbul ve özel; ama Ermeniler'in 'şallak' adıyla (Latince adı Prunus Armeniaca) uluslararası coğrafi işaret almaya çalıştıkları yumruk büyüklüğündeki Iğdır türüne kadar, çok geniş bir lezzet yelpazesine sahibiz kayısıda. Herkesin bildiği ve kabul ettiği gibi, kayısının dünya başkenti Malatya'da bu lezzet küpünden kolonya da yapıyorlar, döner de...
Anavatanı Anadolu'nun doğusu ve İran. Romalılar ve Araplar tarafından Güney Avrupa'ya getirilen kayısı ağacı, her anlamda çok bereketli. Örneğin, dalında kuruyan 'günkurusu', bugün sağlıklı beslenmenin olmazsa olmazlarından... Kükürtle sarartılarak kurutma işlemini de artık çok daha dikkatli ve bilinçli yapıyorlar. Çünkü sağlıklı işlem yoksa ihracat da yok, artık biliyorlar.
KANSERDEN KORUYOR
Kayısının sahip olduğu zenginliklere gelince, saymakla bitmez. Her şeyden önce, insan bünyesinde dayanıklılığı arttıran iki mineral olan potasyum ve magnezyum ile beta karoten yani A vitamini içeriyor, ayrıca enerji veriyor. Özellikle de 'günkurusu', vücudumuzu kansere karşı koruyan A vitamininin en iyi kaynaklarından biri; çok eski dönemlerden beri şifacılıkta kullanıldığı da biliniyor.
Çocuklarla, gözlerinden rahatsız olanlara önerilen kayısı, kurutulduğunda önemli bir demir kaynağı haline de geliyor. Çekirdeği ise ayrı bir lezzet... Eskiden annelerimiz kayısı reçeline lezzet katmak için bu çekirdekleri kullanır; hiç üşenmez bir bütün kayısının içine ayıklanmış çekirdeklerden koyarlardı. Dünyanın en uzun ömürlü insanlarının yaşadığı Pakistan'da, Karakurum ve Hindikuş dağları arasındaki vadilerde yaşayan 'Hunza' isimli etnik grubun kanserden uzak ve uzun bir yaşam sürmesi bol bol kayısı ve kayısı çekirdeği yemelerine bağlanıyor.
Kayısının biraz ufak ve mayhoş olanına 'zerdali' diyoruz; bu sözcük Farsça 'sarı erik' anlamına geliyor. Macarca'da ise kayısıya 'kayszi' dendiği, bu sözcüğün de 'yaz başı' anlamına geldiği biliniyor. Yaz mevsimi, biraz da kayısı demek değil mi zaten?
KAYISIDAN 'ERİK GELİNİ'
Tijen İnaltong, Anadolu mutfağındaki kayısılı yemekleri araştırmıştı zamanında... Örneğin, Kırşehir'de kuru kayısıyla yapılan etli yahni 'çirleme', Müjgan Üçer'in, 'Sivas Halk Mutfağı' kitabındaki 'çirli et'e benziyormuş. Yine Sivas'ta yapılan 'çir hoşafı' pek sevilirmiş; kayısı kurusunun iyisine ise 'eşbabiye' denirmiş. Tijen, Tuna Demir'den derlemiş; Van'da çocukları eğlendirmek için yapılan 'erik gelini' bakın nasıl yapılıyormuş:
'Çatal şeklindeki dal parçasına bir çubuk bağlanır. Üstü elle sıkıştırılarak taze kayısıyla kaplanır. İnsan şekli verilir. Yüzüne kayısı çekirdekleriyle kaş, göz, ağız, burun ve saç yapılır. Sonra kurumaya bırakılır. Çocuklar için eğlenceli bir kuruyemiştir.'
Yani kayısı bir yaz meyvesi olduğu kadar, bir yaz şenliğidir de aynı zamanda... Hem ağzınızın tadı hem de sağlığınız için bol bol tüketin.
DİVRİĞİ USULÜ AŞLAK KAVURMASI
Fatma Pekşen'in 'Divriği Mutfak Kültürü' kitabındaki tarife göre, yıkanıp süzülen kuru kayısılar, tereyağında biraz kavrulup arzuya göre şeker ilavesiyle azıcık suda pişiriliyor. İster sıcak ister soğuk olarak, dövülmüş cevizle servis ediliyor. Bu tatlı hem çok kolay, hem lezzetli hem de sağlıklı...
COLETTE ROSSANT'IN KAYISI TATLISI
- 250 gr kuru kayısı
- 4 adet yumurta
- 1/4 su bardağı krema
- 1 çorba kaşığı rom (veya likör)
- 1/4 su bardağı toz şeker
Kayısıları, üzerini bir iki parmak geçecek kadar suyla bir kaba koyun ve iyice yumuşayana kadar bekletin. Sonra süzüp mutfak robotuna koyun. Diğer malzemeleri de ekleyip püre haline getirin. Orta boy bir tart kalıbını yağlayın ve bu karışımı kalıba dökün. Fırınınızı 170 derecede ısıtın ve kabı içinde sıcak su bulunan bir tepsiye oturtup fırına koyun. Tatlınızı 45 dakika (veya batırdığınız bıçak temiz çıkana kadar) pişirin. Soğuduktan sonra servis tabağına ters döndürerek çıkarın. Nane yapraklarıyla süsleyerek servis edin.
İRAN'DAN AZERİ USULÜ KAYISILI VE KURU ÜZÜMLÜ PİLAV
- 2 çay fincanı pirinç
- 3 orta boy patates
- 2 kaşık çekirdeksiz kuru üzüm
- 7-8 adet şeritler halinde taze kayısı
- 1 adet küçük doğranmış soğan
- 4 yemek kaşığı zeytinyağı
- Tuz ve karabiber
Aslında bu pilavın orijinali tereyağıyla yapılıyor ve soğan da konmuyor. Zeytinyağı ve soğan Tijen İnaltong'un icadı ama bizim damak tadımıza daha uygun. Üzümleri kabarmaları için suya koyun, pirinçleri de iyice yıkayın. Bir tencerenin yarısına kadar su koyun ve bir tatlı kaşığı tuzla kaynatın. İçine pirinçleri ilave edip 5 dakika pişirin ve süzün. Bu arada patatesleri soyup 1 cm kalınlığında halkalar halinde doğrayın.
Tencereye 3 kaşık yağ koyun ve patatesleri aralıksız yerleştirin. Üzerine süzdüğünüz pirinci koyup üstüne bir bez örtün ve kapağını kapatıp önce 5 dakika harlıya yakın ateşte, sonra çok kısık ateşte pişirin. Arada tencereyi hafifçe oynatarak, patateslerin her tarafının kızarmasını sağlayın. 40 dakika sonra ateşten alın. Bu arada bir tavada soğanla kalan yağı kavurun. Tuz, biber, kayısı ve üzümleri koyup birkaç dakika daha kavurup ateşten alın. Pilavınız pişer pişmez tencereyi soğuk suya batırıp çıkarın ki patatesler tencerenin dibine yapıştıysa bile tencereden ayrılsınlar. Tahta kaşıkla pirinçleri bir tavaya alın, sonra da kayısılı karışımla karıştırıp oval bir servis tabağına koyun. Üzerine kızarmış kısımları üste gelecek şekilde çevirdiğiniz patatesleri yerleştirin ve sıcak olarak servis edin.