Yıllarca bol keseden altın madalyaların dağıtıldığı, ciddiyeti tartışmalı, hatta yersiz böbürlenmelere de vesile olan aşçı yarışmalarından sonra; nihayet ‘Gastronominin Oscarları’ da denilen Bocuse d’Or yarışmasına, bir Türk ekibinin katılması mutfağımızın geleceği açısından gerçekten çok önemliydi.
Türk Mutfağı Derneği (TMD) çatısı altında, Metro Toptancı Market’in ana sponsorluğunda kurulan Bocuse d’Or Akademi Türkiye tarafından desteklenen Türkiye’nin ilk ulusal finalisti Gürcan Gülmez, geçen hafta Stockholm’de gerçekleşen Avrupa finalinde yarıştı. Gülmez ve ekibi, yarışmayı 17. olarak tamamlayabildi. Şunun da altını hemen çizelim: Bocuse d’Or için, Stockholm’e dünyanın farklı ülkelerinden, yeme-içme ve seyahat yazarları başta olmak üzere, 500’ün üzerinde gazeteci ve yazarın gelmiş olması da önemlidir. 20 ülkenin yarıştığı Avrupa finalinde, aşçılar, 5 saat 35 dakikada iki ayrı et ve balık tabağı hazırladılar. Dünyanın en önemli şeflerinden oluşan bir jüri tarafından tadımı yapılan yemekler, lezzetlerinin yanı sıra sunumlarıyla da puan almak için yarıştılar. İlk 12’ye giren ülkeler Ocak 2015’te Fransa’nın Lyon kentindeki dünya finalinde yarışacaklar.
1987 yılında ilk kez dünyanın yaşayan en ünlü şefi kabul edilen, 46 yıldır 3 Michelin yıldızı taşıyan Paul Bocuse tarafından hayata geçirilen ve onun adıyla ünlenip anılan Bocuse d’Or yarışması, her iki yılda bir 60 ülkenin katılımıyla Lyon’da yapılıyor. İsveç’te düzenlenen ve İsveç Kraliyet Ailesi’nin de büyük ilgi gösterdiği Avrupa Finali’ni, bu yıl ev sahibi ülke kazandı. 2015 yılında Lyon’a gelecek diğer kıtaların temsilcileriyse önümüzdeki günlerde belirlenecek.
YARIŞMA BİTTİ LAF BİTMEDİ...
Yarışma bitti, ama tahmin edeceğiniz gibi ufak tefek spekülasyonlar devam ediyor. Bir kere baştan kabul edelim ki, bizim için ilk 12’ye girmek hayal olmasa bile fevkalade zor. Ancak bu yarışmada bulunmak, yarışmak bile ülkemiz mutfağının tanınması açısından çok değerli. Bu yıl yarışmada, son yıllarda yükselen bir değer olan ‘yerel malzeme kullanma’ mantığı gündemdeydi. Yani evrensel pişirme yöntemlerini kullanacaksınız ama ülkenizin yerel ürünlerini tercih ederek yeni lezzetler yaratacaksınız; bu şart. Bu da hem şefin yaratıcılığını hem de ülkesinin mutfak kültürünün yansıtması açısından çok önemli… Gürcan Gülmez, ‘deniz börülcesi’ ve ‘gavurdağı’ salatası gibi yerel lezzetlerimizle harmanladığı yemeklerini, Türkiye’de özel olarak üretilen ‘lale’ formundaki gümüş bir tepside sundu. Tabaklarda ‘sumak’ gibi malzemeler de kullandılar; zaten hemen her ekip egzotik tatları ön plana çıkarmanın derdindeydi ve bunun için çalıştı. Yemeklerde kullanılan Anadolu’ya has ürünleri, yarışmada bizim ekibin koçu olan Hollandalı Rudolf Van Nunen’in anlatışını bir görmeliydiniz. Konunun uzmanı bir Türk, ancak bu kadar iyi anlatabilirdi. Bocuse d’Or, kendini kanıtlamış ciddi bir organizasyon ama Sezar’ın hakkı Sezar’a, İsveçliler de ilk kez ev sahipliği yaptıkları bu yarışma için mükemmel hazırlanmışlardı. Şefler, 5 saat 35 dakika içinde tüm mönüyü tamamlayıp 14 tabak hazırlamak ve bir tepside sunumlarını yapmak zorundaydılar. Değerlendirmenin nasıl yapıldığını yazayım da, bizdeki bazı yarışmalara örnek olsun… Değerlendirme, 180 puan üzerinden yapılıyor. Ette ve balıkta 80’er puan üzerinden 40 lezzet, 20 sunum, 10 puan seçilen malzeme kalitesi ve 10 puan da yaratıcı fikre veriliyor. Ayrıca 20 puan da mutfaktaki performansa, hatta çıkan çöplere bakılarak veriliyor; yani kendisine verilen malzemeyi şeflerin ne kadar verimli kullandığı da kontrol ediliyor. Bu arada jüri üyeleri ve yarışma koçları da, katılımcı ülkelerin ünlü şefleri arasından seçilmişti. Unutmadan, yarışmanın her aşaması izleyicilerin önünde gerçekleşti. Başarılı şefler, ‘Nobel Ödülleri’nin de verildiği salonda onurlandırıldı.
NASIL YORUMLANDI?
Yarışmadan sonra konuştuğumuz Bocuse d’Or Türkiye Başkanı ve Türk jüri üyesi Mehmet Gürs’ün dediği gibi, “İlk katılımda, ilk 12’ye girip finale kalmak mucize olurdu. Daha öğrenecek çok şey var. İskandinavya günümüz gastronomi dünyasının öncü mutfağı ve trendleri de artık onlar belirliyor.”
Metro Toptancı Market Genel Müdürü Kubilay Özerkan, “Türk Mutfağı ve kültürünün dünyada hak ettiği konuma yükselmesi için genç ve yenilikçi şeflere büyük görev düştüğüne inanıyoruz. Türkiye yarışmaya bu yıl ilk kez katıldı ve büyük bir tecrübe kazandı. Önümüzdeki yıllarda Türk takımının ve Türk şeflerinin daha büyük başarılara imza atacağına yürekten inanıyoruz ve onların destekçisi olmaya da devam edeceğiz.” derken; Türk Mutfağı Derneği Başkanı Tahsin Öztiryaki ise, başarı için sürdürülebilirliğin şart olduğunun altını çizdi.
AKDENİZLİLERİN ESAMESİ OKUNMADI
Bir zamanlar, ‘smör-brod’ denilen açık sandviçlerinden başka ne yemekleri var ki, diye alay konusu olan İsveç, Danimarka ve Norveç, bugün gastronomi turizminde dünyanın en önemli noktaları haline geldi. Bu yarışmanın yanı sıra dünyanın en iyi restoranları arasında da hep onları ilk sıralarda görüyoruz. İspanya ve İtalya’nın da bizimle beraber elenmesi, dünyada yükselen değer olmasına rağmen, ‘Akdeniz Mutfağı’nı temsil eden şeflerin burada Kuzey disiplinine ulaşamadıkları şeklinde yorumlandı. Evet, Kuzeyliler mutfaklarını tanıtmaya kararlı görünüyorlar. Restoranlarını keşfetmek için ülkelerine yeme-içme turları düzenlenmesi, hedeflerine emin adımlarla ilerlediklerinin de göstergesi zaten… Üstelik ülkelerinin temel ürünlerini, etlerini, balıklarını, sütlerini ve peynirlerini hem özenle kullanıyorlar, hem de bütün bunların felsefesini anlatmayı seviyorlar.
HER YERDE SOMA...
Geçen hafta sonu Soma’ya en yakın Ege adası olan Midilli’de idik… Adada keşfettiğim yeni lezzetleri sizinle bir başka yazıda paylaşırım. Çok önceden programlandığı için iptal edemediğimiz bu seyahatin en ilginç yanı, gittiğimiz lokantanın garsonundan, bindiğimiz taksinin şoförüne kadar hemen herkes dilinin döndüğünce bize Soma Faciası’nı soruyordu… Midillili dostlar Bergama üzerinden İstanbul’a otomobille ya da otobüsle geçerken gördükleri Soma’da kaybettiğimiz insanlarımızın acısını bizimle her an paylaştılar…