'Dünyanın yaşayan en büyük aşçısı' kabul edilen Fransız usta
Paul Bocuse'ün adına düzenlenen 'Altın Bocuse' yarışmasını Brüksel'de izledik. Yarışmada ilk üç sırayı Kuzeyli aşçılar aldı. Şefler yarışırken biz de hem gastronomi turizmi hem de yemek yarışmaları açısından kat etmemiz gereken çok yol olduğunu gördük. İşte, dünyanın en önemli yemek yarışmasından izlenimler.
Belçika'nın başkenti Brüksel, 2012 yılını 'Gurmelik Yılı' ilan etmiş. Kentin sokaklarını dolaşırken, adım başı Brüksel'in ne kadar da 'tatbilir' bir şehir olduğunu anlatan afişlere rastlıyorsunuz.
Afişlerdeki şarap soslu midyeler, minicik lahanalar, güzelim ıstakozlar iştah açıyor. Brüksel'in gelişim tarihinde büyük rolü olan EXPO alanı da, bu yıl düzenlenecek etkinlikler için tamamen bir yeme-içme alanı haline getirilmiş.
Brüksel Belediyesi gastronomi turizmi açısından son derece önemli ve örnek alınacak bir tutum sergiliyor. Yıllardır savunduğum, sık sık da vurguladığım ilkelerin Belçikalılar tarafından uygulandığını görünce, doğrusu çok imrendim.
'Tatbilir tayfası' olarak geçen hafta bir grup arkadaşımla birlikte Brüksel'de ağırlandık. 'Dünyanın Yaşayan En Büyük Aşçısı' kabul edilen Fransız usta Paul Bocuse'ün adına yıllardır düzenlenmekte olan 'Altın Bocuse' (Bocuse d'Or) yarışmasının Avrupa finalini izlemek üzere davetliydik. Avrupa'nın Türkiye dışındaki hemen her ülkesinden çok önemli aşçılar, bu yarışmaya resmen koşarak gelmişler. Metro Toptancı Marketi ise bu yarışmanın ana sponsoruydu. Yarışmada ve jüride, ünlü ve kendini gerçek anlamda kanıtlamış o kadar çok aşçıyı bir arada gördüm ki, sanırım bu bir daha kolay kolay mümkün olmayacaktır.
Yarışma, önümüzdeki haziran ayında, Çin'in Şanghay kentinde, Asya kıtasının aşçılarının katılımıyla yapılacak. 2013 yılında ise bu kez tüm kıtalardan aşçılar, dünya şampiyonluğu için Fransa'nın Lyon kentinde bir araya gelecek.
'Bocuse d'Or', ayırt edici felsefesi ve uluslararası etki alanıyla, özellikle kurucusu Paul Bocuse başta olmak üzere, yıldızlarla dolu jürisiyle, 'Mutfak Dünyasının Oscarları' olarak etiketlenmiş bir yemek yarışması... Bu yıl Kuzey ülkelerinin yılıydı ve bizim adayımız olan İzlandalı aşçı Sigurdur Haraldasson, az farkla dördüncü oldu. Estonyalı Heidy Pinnak ise yarışmanın tek kadın aşçısıydı ve ne yazık ki ilk üçe giremedi.
Kuzey'deki üç komşu Norveç, İsveç ve Danimarka, balık ve et yemeklerinde ulaştıkları toplam puanlarla ilk üç sırayı paylaştılar. Orjan Johannessen adlı Norveçli aşçının adını bundan sonra çok sık duyacağımız kesin... Orjan'ın yardımcısının bir kadın olduğunun da altını çizelim.
Brüksel Belediyesi, yarışmayı bir belgesel olarak kayıt altına aldırdı. Türkiye'de aşçılar arası yarışma düzenleyecek olanların bu filmi bulup izlemelerinde büyük yarar var. Ben bu kadar mükemmel bir yarışma görmedim. Emin olun öğreneceğimiz çok şey var...
En büyük isteğimiz de, bir gün bu tür yarışmalarda Türk aşçılarımızı yarışırken görmek. Aslında Metro gibi kuruluşlar destek olmaya hazır ama önce marifet göstermek gerek...
Dünya gastronomisinin bir numaralı ismi: Bocuse
Adına, yarışma düzenlenen Paul Bocuse'ü sizlere tanıtmalıyım. (Ustanın soyadı 'Böküz' okunuyor.) Rahmetli Arman Kırım'ın önerisi ile İzmir'in EXPO maceralarından birinde, Lyon'daki lokantasına gittik; haftalar öncesinden rezervasyon yaptırarak...
Lokantası üç Michelin yıldızı taşıyor; ama işin uzmanları, lokantanın yıldızlarının Bocuse'ün yeme-içme dünyasına yaptığı önemli katkıların yanında gölgede kaldığını söylüyorlar. Zaten, Lyon'un 'Collonges au Mont d'Or' isimli banliyösünü bir anda dünyanın her yerinde tanınır hale getiren de Paul Bocuse'ün 'L'Auberge du Pont de Collonges' adındaki lokantası... 1975'te kendisine Fransa'nın en üstün devlet nişanı olan 'Legion d'Honneur' ödülü de verilmiş.
Lokantaya girdiğimizde, Paul Bocuse, bizim grubu karşılayanlar arasındaymış; meğer her gelen konuğu kapıda karşılama alışkanlığı varmış ustanın... Lokanta, Fransız aristokrasinin hoşlanacağı şekilde dekore edilmişti. Koltuklar kahverengi deriden, masalarda beyaz güller, üzerinde Paul Bocuse yazan tabak çanak takımları, dev kolalı peçeteler, gümüş çatal-bıçak takımları, pirinç avizeler... 200 yıldır lokantacılık yapan bir aileden gelmenin doğal sonucu olarak, tüm porselenler de Villeroy&Boch tarafından özel olarak tasarlanmış. Dileyenlere günün mönüsünü imzalayıp hatıra olarak da veriyordu...
Bu usta şefin en ünlü yemeği, kendisine meşhur nişanı takan Fransa Cumhurbaşkanına ithafen tasarladığı 'Trüf Çorbası VGE'... Yolunuz Lyon'a düşerse, rezervasyon yaptırmadan yemek yeme şansınız yok denecek kadar az ama yine de lokantanın hatıralık eşya bölümüne uğrayın derim.
Bir lezzet merkezi olarak Brüksel
Avrupa Birliği'nin siyasi ve ekonomi açılardan merkezi, 'NATO Komutanlık Üssü' gibi uluslararası örgütlerin merkezi, lobi kuruluşlarının da önde gelen merkezi olmasının yanında Brüksel, sadece lahanası ya da çikolatasıyla değil, lokantalarıyla da ünlü ve iddialı...
'Michelin Rehberi'nde yer alan birçok lokantasının yanı sıra iddialı aşçıları da var.
Lezzet meraklılarına Brüksel için küçük notlar da vereyim. Bu yıl gidecekler için, kentin her yerinde dünya lezzetlerini bulmak olası... Ama Brüksel ile özdeşleşmiş restoranlar arasında 'La Maison du Cygne' ilk sırayı alıyor. Kentin en büyük meydanında yer alan bu lokanta, Karl Marks'ın meşhur 'Brüksel Manifestosu'nu meydanı dolduran işçilere balkonundan okuduğu binada yer alıyor. Kuzu sırtını çok iyi işliyorlar, ıstakozları da... La Manifactura da pek bir meşhur... Alt katında özel müşterilerini ağırlıyor; üst katta ise gruplara hizmet veriliyor; ama bana göre idare eder. En iyi lokantalarından birinde ise bir İtalyan'ın imzası var: Bocconi...