Artık anladım. Bu ülkede yargı ile ilgili absürtlüklere hukuksal gerekçe aramaya çalışmak absürtlüğün en alası. Kendini kandırma halinden başka bir şey değil. Ben bunu yapmayacağım. YSK'nın 24 saat boyunca koskoca ülkeyi kilitleyen, ardından da kendi çıkardığı krizi çözeceğini müjdeleyen kararına kılıf bulmaya çalışmayacağım. Başka bir şey yapacağım. O kararı vesile bilip Leyla Zana'ların aday olma sürecine, PKK'daki değişen havaya ve İmralı'ya gideceğim. Oradaki değişimleri ve bu değişimlerin AK Parti ile nasıl bir ilişkisi olduğunu anlatacağım...
BDP listelerinde en çok dikkat çeken isimler Leyla Zana, Hatip Dicle, Şerafettin Elçi ve Altan Tan. Zana ve Dicle'nin Kürt halkının önemli kısmının gözünde manevi önemi büyük. Ancak bu isimler, özellikle de Zana şimdiye kadar aktif siyasete girmeye yanaşmıyordu. Sanırım bunun altında kendisini BDP'den daha geniş kesimlerin temsilcisi olarak görmesi vardı. Keza Hatip Dicle de öyle. Hatta Dicle BDP'nin çizgisinden duyduğu rahatsızlığı sık sık ve sert bir şekilde dile getiriyordu.
Tablo böyle iken BDP, seçime farklı bir görüntüyle gitme kararı aldı. Tabanı büyütmek, bugüne kadar sırt çevirdiği muhafazakar Kürtlerle de barışmak onları bünyesine dahil etmek fikri önce İmralı'da doğdu, sonra bu fikir BDP'ye yayıldı. Şerafettin Elçi ve Altan Tan işte bu değişiklik sonucu ve zor müzakerelerle ikna edilerek listelere kondular.
Tan ve Elçi'den sonra sıra Zana ve Dicle'ye geldi. BDP'nin kendisini klasik PKK tabanı ile sınırlamadığı, artık muhafazakar damara sırt çevirmeyip daha geniş bir kesimi hedeflediği söylendi ve bunun kanıtı olarak da Elçi ve Tan gösterildi. Leyla Zana ve Hatip Dicle uzun görüşmeler sonucu yeni BDP için ikna edildiler.
Peki ama yeni BDP ne demek? Bu, yeni bir PKK anlamına mı geliyor? Güvendiğim kaynakların anlattığına göre 'evet'. Öcalan bir süredir muhafazakar Kürtler ile barışma yoluna girdi. Katı ve toplum mühendisliği kokan 'Marksist örgüt' mantığını bir kenara bıraktı. İnanca, muhafazakarlığa sırt çevirmekten vazgeçti. Bunu hem dünyanın genel gidişi hem de Türkiye'de AK Parti'nin başarısının etkisiyle yaptı, daha doğrusu yapmaya mecbur kaldı. PKK daha sola ya da daha 'Kemalist' bir noktaya gidemezdi. Bu, tarihin akışına ters olurdu. Zamanın ruhu onu inanca saygılı, halkının değerlerini dönüştürmeye değil onlara uyum sağlamaya iten bir kimliğe evriltti. Peki bu evrim samimi mi? Yoksa konjonktürel mi? Acaba İmralı, yine -mesela 12 Kasım görüşmelerinde ifade ettiği gibi- Ergenekon terör sanıklarına sahip çıkan çizgisine geri dönecek mi?
'Bu dönüşüm samimi ve kalıcı olacak' diyenler PKK ve BDP'deki bu değişimin en büyük kanıtı olarak artık özellikle dağdan gelen cenazelerde mevlit okunmasını, dua edilmesini gösteriyorlar. Bu dualara BDP'li vekillerin katıldığını anlatıyorlar. Böyle bir dönüşüme özellikle laikçi-materyalist Duran Kalkan cephesi hala muhalefet ediyor. Örgüt içinde eski Marksist-Leninist ve TSK yanlısı çizginin korunması yönünde ciddi tartışmalar var ancak kim ne derse desin PKK demek hala ve her zaman Öcalan demek...
Kapalı kapılar ardında ne oldu?
Gelelim YSK'nın tuhaf kararına... O karar devlet içinde gittikçe güçsüzleşen bir kanadın 'barış sürecini baltalamak için bir şansımızı deneyelim' hamlesi gibi görünüyor. Çok şükür o karanlık kanat epey budandığı için zavallı bir hamle olarak kaldı. CHP bu karara karşı anında tepki vererek takdire şayan bir duruş sergiledi. AK Parti ise sahne önünde o kadar net konuşmadı ama ilk elden biliyorum ki hükümet yetkilileri YSK'nın siyasete sabotaj girişiminin önlenmesi ve BDP'li adaylara vetonun kalkması için çok uğraştı.
Demokratik temsile böyle bir darbe girişimine karşı oluşan ortak hassasiyet nerelerden nerelere geldiğimizin göstergesi. Gündelik tartışmalara aldanmayalım. Çok yol kat ettik. Ve hala kat edecek uzun bir yolumuz var.
Not: YSK geri adım atmış görünmesine rağmen meseleyi fırsat bilen şiddetseverler bugün de ortalığı toza dumana kattı. PKK içindeki savaş yanlısı kanat her türlü bahaneyi kullanıyor. Yasal bir parti olan BDP neden bu oyuna geliyor? Selahattin Demirtaş'ın diyalog yollarını kapatmasını fevkalade yanlış buluyorum. Umarım BDP bir an önce pozisyonunu gözden geçirip, konuşma zemininin yok olmasına katkıda bulunmaktan vazgeçer...