Türkiye ile Libya arasında tarihi önemde iki anlaşma yapıldı.
Deniz Yetki Alanı Mutabakatı, iki ülkeyi ‘kıyıdaş’ haline getiriyor ve Akdeniz’i ortadan geçerek Yunanistan’ı batıda tutuyor.
Bu anlaşma iki ülke parlamentolarında onaylandı.
Türkiye, hem Akdeniz’in batısında çıkarlar elde etti;
Hem de Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Mısır ve İsrail’le birlikte ‘adalara da kıta sahanlığı’ iddia ederek “Türkiye’yi Akdeniz’den çıkarma” planını bozdu.
Dışişleri Bakan Yardımcısı Yavuz Selim Kıran’ın sözleriyle, “Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi sıkıştırmaya, yalnızlaştırmaya yönelik hamleleri boşa çıkarma” adımıydı bu.
İkinci anlaşma halen TBMM’de görüşülmekte olan Güvenlik ve Askeri İşbirliği Mutabakat Muhtırası.
Muhtıra, dün TBMM Dışişleri Komisyonu’nda kabul edildi. AK Parti ve MHP ‘evet’ oyu verirken, CHP, İyi Parti ve HDP ‘hayır’ oyu kullandı.
Mutabakat 25 Aralık Çarşamba günü Meclis Genel Kurulu’nda görüşülecek.
***
Türkiye terörle mücadele konseptini ‘terörü sınır dışında önlemek’ şeklinde değiştirdi.
Bunun için Suriye’de güvenli bölge oluşturdu;
Bunun için Kandil kaynaklı PKK/YPG terörünün hareket alanını daraltan üs bölgeleri oluşturdu.
Bağlantı kesilince terörün Türkiye içindeki unsurlarına karşı da başarı sağlandı.
Aynı şekilde Suriye içindeki terör unsurlarına karşı da üstünlük sağlandı;
Üstelik ABD’nin terör örgütüne olan ‘resmi’ desteğine rağmen.
***
Türkiye’nin Libya ile yaptığı anlaşmalar, “her türlü hak ve çıkarlarını da sınır ötesinde koruma konsepti”ne işaret ediyor.
Bu, esasen ABD ve Avrupa ülkelerinin, Rusya’nın öteden beri sürdürdüğü bir politikadır.
Türkiye eğer Akdeniz’de bu mutabakatları yapmamış olsaydı, Yunanistan-İsrail ekseninin yaptığı ‘kurt paylaşımı’na razı olmakla karşı karşıya gelecekti.
Tıpkı Ege’deki kıta sahanlığı tartışması gibi...
***
Biraz hafızamı yokladım, biraz internet tarayıcısına başvurdum;
“Gazi Mustafa Kemal, 1. Dünya Savaşı’nda kaç cephede savaştı?”
Bunlardan üçü bugünkü Türkiye Cumhuriyeti sınırlarının dışında kalıyor.
Osmanlı, savunmasını Kafkas cephesinden, Kut’ül Amare’den, Filistin’den, Trablusgarp’tan başlatmasaydı, belki bugün avuç içine alınmış bir Orta Anadolu ülkesi olacaktı Türkiye.
Ya da; 12 Ada’yı ‘emanet’ olarak İngiltere’ye bırakmak yerine ‘elinde tutabilecek’ gücü olsaydı, bugün başka şeyler konuşulacaktı örneğin...
***
Enteresan olan şu;
Bugün yakın tarihteki gibi ‘oldu-bitti’lere gelmemek adına ön alan bu anlaşmalara ABD, AB aynı dille karşı çıkıyor.
Oysa CHP ve İyi Parti, deniz yetki alanı mutabakatına destek vermişti.
Güvenlik anlaşmasına ‘hayır’ dedi.
Pekâlâ biliyor olmalı değiller mi;
Birinci mutabakat, ancak o anlaşmayı yaptığınız meşru hükümet güvende olursa geçerlidir!
Nasıl bir Türkiye düşünceniz var?
Yörüngede bir Türkiye mi, yörünge oluşturan bir Türkiye mi?
Birinde ‘uydu’, diğerinde 'yıldız' olmak var.
HABLEMİTOĞLU SUİKASTI ARTIK FAİLİ MEÇHUL KALMASIN
Dün enteresan bir haber düştü ajanslardan:
Hablemitoğlu cinayetinin kilit ismi N.G.B, Ukrayna’da yakalanmıştı.
Haberi okuyunca iş biraz karıştı.
Bu kişi 10 Temmuz’da yani 5 ay önce yakalanmıştı.
Hablemitoğlu dosyası, FETÖ’nün yargı ve polise hakim olduğu dönem rafa kaldırılmış, 15 Temmuz’dan sonra başlayan FETÖ’yü yargılama sürecinde ise raftan indirilmiş.
İddiaya göre, ‘bir gazeteci’ savcılığa “Hablemitoğlu suikastından sonra ‘bunu özel kuvvetler yapmıştır’ sözünü TSK’dan atılma eski özel kuvvetler subayı N.G.B.’den duyduğunu” söylemiş.
Savcı araştırmış;
Bu kişinin telefonunun Hablemitoğlu’nun bulunduğu yerlerden sinyal verdiğini belirlemiş.
Ardından bu kişi, Ukrayna’da bulunmuş ve iade edilmek üzere yakalanması istenmiş.
Ukrayna yakalamış.
***
Ancak bir türlü sağlıklı yargılanamamış!
Ev hapsine çıkmış.
Ama duruşmalar yapılamamış.
Zira dosyalar mahkemeye ulaştırılmamış.
Mahkeme en son 20 Ocak 2020’de duruşma tarihi vermiş.
Haber dün medyaya ‘sızmış’…
Yani Hablemitoğlu’nun ölüm yıldönümü olan 18 Aralık’a iki gün kala.
Bana enteresan geldi.
***
Kritik önemdeki bir zanlı ile mi karşı karşıyayız, yoksa hedef saptırma amaçlı bir ‘sızdırma’ ile mi?
Sadece yargı için değil, Türkiye için önemli bir sınav bu.