Emre Yücelen, İTÜ Türk Müziği Devlet Konservatuarı Ses Eğitimi Bölümü mezunu bir müzisyen ve ses uzmanı.
Ayasofya-i Kebir Cami-i Şerifi’nde 86 yıl sonra kılınan namazdan önce, tarihi yapının akustiğini ilk kez çıplak sesle ve görüntülü olarak kayıt altına aldı.
Ayrıntılarını dün AKŞAM’ın manşetinde okudunuz.
Hararetle tavsiye ederim, youtube kanalındaki bu deneyi izleyin, dinleyin.
- Müezzin mahfilinden her ezan makamına göre okunmuş;
- Müezzinin önünden, kubbenin
ortasından, kubbenin altından ve köşelerden 8 kamera ve mikrofonla kayıt alınmış.
- Ses caminin içinde yankılanırken, kubbede 12 saniye asılı kalmış.
Ben tarihi cuma namazında Ayasofya’nın içindeydim.
Okunan Kur’an-ı Kerim’i, duaları, hutbeyi ve namazı, mikrofondan okunduğu haliyle dinledim.
Bir de, Emre Yücelen’in kayıtlarındaki ‘çıplak sesle’ okunan ve kubbeden yansıyan ezanı dinledim.
Müezzinin önündeki mikrofondan yansıyan ses ‘insan sesi’ydi;
Ama kubbeden yansıyan ses Ayasofya’nın sesi’ydi.
Ağzımdan şu cümle döküldü: Keşke cuma günü Ayasofya’ya hiç ses sistemi kurulmasaydı...
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş ve bu işlere kafa yoran yetkililerine açık çağrımdır.
Tarihi camilerden ses sistemlerini kaldırın.
Günümüz camilerinin de akustiğini ölçtürün, uygun olanlardan da hoparlörleri çıkarın.
Uygun olmayanlara da ‘uygun’ ses sistemleri döşeyin.
Küçük camilerde ses sistemi kullanılmasını yasaklayın.
Allah’ın sözünü, Ezan-ı Muhammedi’yi ucuz ses sistemlerine mahkum etmeyin.
Kadronuz geniş, imkanlarınız yeterli. Bunu kısa sürede çalışır ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a sunabilirsiniz.
Biraz tanıyorsam, en büyük desteği ondan alırsınız.
Bugün camilerimizde ‘hoparlörün sesini’ dinliyoruz; imamın, müezzinin değil.
Hele caminin sesi hiç değil.
Oysa her caminin akustik mimarisinin müezzinin sesini dönüştürdüğü ses farklıdır.
O, caminin sesidir.
Tasarımdaki bu anlayış, camilerden yükselen bu sesleri “İslam’ın sadası” haline getirir.
Onların ustalık hakkı var, bizlerin de camilerin sesini işitme hakkı.
CAMİLER EN ARKA SAFA GÖRE TASARLANMIŞ
Emre Yücelen’i hem tebrik etmek hem de yaptığı şahane işi kendi ağzından dinlemek istedim.
2006’dan bu yana İstanbul’da 17 camide ses testleri yaptığını anlattı. Sonuçlarını da tüm ayrıntılarıyla raporlayarak teslim etmiş.
Söylediği üç noktayı ilgililerin bilgisine sunuyorum:
“Bu camilerde ses sistemine ihtiyaç yok, çünkü müezzinin, imamın sesinin en arkalara kadar ulaşması düşünülerek tasarlandılar.”
“Mikrofon müezzinlerin işini kolaylaştırıyor, çünkü çıplak sesle bu işi yapmak yorucu. Ama kullanmadıkça ses güçlerini de kaybediyorlar.”
“Keşke bütün camilerde akustik testi yapılsa, arşivlerine alınsa, sonuçları da girişlerinde ziyaret eden herkesin bilgisine sunulsa.”
TENEFFÜSTE TÜRKÇE KONUŞAN ÖĞRENCİYE CEZA
Yok artık demeyin.
Üstelik haber yeni.
Almanya’dan...
8 Temmuz’da Heidelberg kenti yakınlarındaki küçük bir kasabada 3. sınıf öğrencisi kız çocuğu, teneffüste bir başka Türk öğrenciyle oynarken Türkçe konuşmuşlar!
Oyunlarına almadıkları bir başka öğrenci de onları şikayet etmiş.
Öğretmen de Türkçe konuşan öğrencilere, “okulda neden Almanca konuşulması gerektiğini yazan bir ödev yazma” cezası vermiş!
9 yaşındaki öğrenciye, “Anadilimizi konuşmamalıyız” diye bir yazı da yazdırmış!
Şu söz bir kez daha yerini bulmuş:
“Faşizm ‘susturmak’ değil, istenildiği gibi konuşma zorunluluğudur.”
Öğretmen, Türk aileye, “cezanın pedagojik açıdan gerekli olduğunu savunarak” cevap vermiş!
Valilik olayı inceliyormuş!
Okuldan rapor istenmiş!
Valiliğe göre, “öğrenciler aralarında sorun yaşayınca aynı dilde konuşmaları iletişim açısından olumlu rol oynayabiliyormuş”!
Yani bahane de hazır!..
Almanya’da bu tartışma yeni değil.
Berlin’de 2006’da bir okulda Almanca şartı konulmuştu.
Sözümona ‘uyum’ bakanı da bunu savunmuştu.
Almanya resmi haber kanalı DW’de, bu haberin altındaki bir başka haberin başlığı şuydu: “Anadilde eğitim özgüveni artırıyor”
Tabii Almanya’dan değil Türkiye’den bir haberdi bu!
Zira;
Üstün Alman/Avrupa ırkına (!) ait veya yamanmış iseniz Almanya’da çocukların teneffüste, hattta evde bile Türkçe konuşmasını yasaklayabilir, bu yasağı da ‘pedagoji’ ve ‘uyum’ ile savunabilirsiniz;
Ama Türkiye’de ‘Türkçe eğitime karşı’ anadil savunucusu kesilebilirsiniz.
SAMİCE VE BRETÖNCA NE OLDU?
Avrupa’da dil konusunda ‘hassasiyet’ gösterenler, anadili kullanma özgürlüğüne veya ‘ölmekte olan diller’ kaygılarına nedense Avrupa’dan örnek vermezler.
Böylece kadim İskandinav halkı Sami/Samee dilinin İsveç’te nasıl yok olmaya itildiği;
Fransa’nın Bretönya bölgesinde Bretonca konuşulmasının nasıl yasaklandığını ve UNESCO’nun ‘ciddi şekilde tehlike altındaki diller’ arasına düşürüldüğü tartışılmaz!
Almanya’da da örnekleri var, İngiltere’de de...
İkiyüzlülük değil, yüzsüzlük...