Adı Maide T.
Diyarbakır’dan Almanya’ya göç etmiş emekli bir hemşire.
Berlin’de büyüttüğü kızı Nilüfer, 12 Kasım 2019’da ‘Okula gidiyorum’ diyerek evden çıkmış, bir daha görünmemiş.
Anne, kızının ‘folklor kursu var’ diye gittiği PKK terör örgütünün paravan derneğinde kandırıldığını ve örgüte kaçırıldığını söylüyor.
O gün bugündür, derneğin önünde, Brandenburg Kapısı’nda, Federal Meclis ve Başbakanlık önünde “PKK Almanya’dan kızımı kaçırdı” diye haykırıyor
Başbakan Angela Merkel, bakanlar ve Federal Meclis milletvekilleri her gün önünden geçiyor.
Gidiyor...
Evet, Türkiye’nin terörle mücadelesini ‘denetlemeye’ koşan milletvekilleri!
‘Türkiye bize bağımlı, Alman silahlarını kullandırtmayız, fabrika açmayız’ diyen başbakan, bakanlar!
Brandenburg kapısı, Federal Meclis ve Başbakanlık, Berlin’in ‘orta yeri’nde bir üçgen oluşturur.
Maide anne, tehditlere, görmezden gelmelere ve dışlamalara rağmen aylardır burada dimdik duruyor.
Ama adını google’da “Maide T.” veya tam soyadıyla yazınca Alman medyasından sonuç alamıyorsunuz.
Aradığınız kişi ‘ana akım’ Alman medyasında bulunamıyor!
Alman resmi haber kanalı Deutsche Welle’nin Türkçe sitesinde de durum aynı!
PKK yanlısı 5 kişilik gösteriye de muhabir ve kamera gönderen Alman gazeteciliği!
Batılı ‘devlet politikaları’ ile medyasının nasıl bir ‘yandaşlık’ ilişkisi varsa...
Çocuklarının HDP aracılığıyla PKK’ya kaçırıldığı gerekçesiyle Diyarbakır HDP İl Başkanlığı önünde bir yılı aşkın süredir ‘evlat nöbeti’ tutan anneleri de görmüyorlar.
Hak geçmesin; Alman medyasını tararken, 2014’te ‘çözüm süreci’ döneminde çocukları PKK’ya kaçırılmış annelerin ilk isyanı sırasında Süddeutsche Zeitung, “Kürt ebeveynler çocuklarını geri istiyor” başlıklı bir haber (7 Haziran 2014) yapmış.
Anne Fahriye Alptekin’in, “PKK, oğlum Halil’i Belçika’nın Antwerp kentinden kaçırdı” feryadını duyurmuş.
“Fahriye Alptekin, bir tabuyu yıktı, çünkü PKK, silahları Türkiye ve Ortadoğu’nun çok ötesine, Kürtlerin yaşadığı tüm Avrupa ülkelerine uzanan güçlü bir militan örgüttür” denilmiş haberde.
Ailelerin Avrupa’da bile tehdit edilebildiği, güvencede olmadıkları vurgulanmış.
Annelerden Saniye Tokal’ın, üç aydır kayıp olan 18 yaşındaki oğlu Mehmet’i PKK bağlantılı Roj TV’de terörist olarak yemin ederken gördüğüne işaret edilmiş.
(HDP’nin önceki partisi) BDP’nin PKK ile iyi bağlantılara sahip olduğu ve PKK’ya yönelik hiçbir eleştirisi olmadığı belirtilmiş.
Sonra haberlerin arkası gelmemiş.
Haberi yazan İstanbul muhabiri Christiane Schlötzer’in sonraki haberlerine baktım.
Ne 2014’teki Diyarbakır annelerine ne de son bir yıldır ‘evlat nöbeti’ tutan annelere ilişkin tek haber yok SZ’de.
Üstelik bu anneler 17 çocuğu terör örgütünün elinden koparıp almayı başarmış olmalarına rağmen!
O ‘tek haber’ hakkı verilerek yapılmıştı.
Muhtemelen muhabir konunun peşini bırakmamıştır, en azından ‘hemen’ bırakmamıştır.
Ancak bir süre sonra, gazetede yayınlanmayan haberler yapmanın manasızlığına yenilmiştir...
Berlin’in ortasındaki ‘haykırış’a kör ve sağır kalanlar dünyaya bırakın ‘ders’i katkı bile veremez.
Maide anne var!
Diyarbakır’da evlat nöbeti tutan anneler de var!
Siz kör ve sağır kalsanız da var olacaklar.
Diyarbakır’ın, Berlin’in ortasında dimdik duracaklar...
Gerçekleri yüzsüzlerin yüzüne vurmak için...
TABİPLER OY KULLANMAYINCA ‘ODA’ KAPANIN ELİNDE KALIYOR
Geçen pazar günü yapılan Türk Tabipleri Birliği kongresinde, ‘Etkin Demokratik TTB Grubu’ seçimi kazandı.
TTB’nin büyük kongresinde 481 delegeden 308’i oy kullandı. Kazanan grup, geçerli 303 oyun 240’ını aldı.
TTB Merkez Konsey Başkanlığı için Şebnem Korur Fincancı’nın belirlenmesi bekleniyor.
(Fincancı, kapatılan Özgür Gündem gazetesinde dayanışma amaçlı nöbetçi yayın yönetmenliği yaptı; ‘terör örgütü propagandası’ suçundan yargılanıyor.)
6023 sayılı TTB Kanunu’na göre, üye sayısı 200’e kadar olan tabip odaları 3, üye sayısı 500’e kadar olanlar 5, bine kadar olanlar 7, binden sonraki her bin kişi için birer delege seçiyor; oda başkanları da doğal delege olarak oy kullanıyor.
Seçimlerde ‘liste’ yapılıyor, ancak liste dışından da isimler seçilebiliyor.
TTB’ye üye 110 bin hekim var.
TTB’ye üyelik serbest çalışan tüm hekimler için ‘zorunlu’...
Ancak zorunlu olmasa da üyelerin yarısı kamuda çalışan hekimlerden oluşuyor.
(Türkiye’de toplam hekim sayısı 165 bin 363 - Sağlık Bakanı Fahrettin Koca)
Bu hekimler önce illerden 486 delege seçiyor, delegeler de Merkez Konseyi’ni ve Başkan’ı.
Seçim için ‘gayet demokratik’ denilebilir.
Ancak bir unsur, TTB yönetiminde ‘grup hakimiyeti’ni sağlıyor’
‘Delege seçimlerine katılım oranı.’
En çok üyenin bulunduğu İstanbul Tabip Odası’nı örnek alalım:
Toplam üye sayısı 31 bin.
16 Ağustos’ta yapılan delege seçiminde kullanılan oy 5 bin 670.
Kesin sonuçları Oda’nın sitesinde bulamadım; sitedeki geçici sonuçlara göre, Demokratik Katılım Grubu 3.900, Hekim Hakları Platformu da 1.700’e yakın oy almış.
Yani;
31 bin üye hekimin 5 bin 670’i, yani yüzde 18.3’ü oy kullanmış, onların da yüzde 3.900’ü, yani yüzde 12,5’u 37 delegeyi belirlemiş!
Ve 165 bini aşkın ‘Türk Tabipleri’ adına söz söyleme selahiyetine sahip olmuşlar!
Nasıl, gayet demokratik değil mi?
Bu arada, 2010 seçimine göre ciddi bir değişim var. 10 yıl önce 5 bin 27 oy kullanılmış, Demokratik Katılım Grubu 3.856, Hekim Hakları Grubu 954, Milliyetçi Hekimler Grubu 260 oy almış.
10 yılda üye hekim sayısı 643 artmış ancak yönetimi kazanan grup 40-45 oy arttırabilmiş; ikinci grup iki kat büyümüş.
Katılım bilinci yavaş gelişince, demokratikleşme de yavaş gelişiyor.