PKK dün de Kürt vatandaşlarının hakları bağlamında mücadele veren bir örgüt değildi, bugün de değil. Ancak eski devletin PKK ile mücadelede Kürt vatandaşları ayrı tutmaması sonucunda oluşan ağır insan hakları ihlalleri ve Kürtçe yasağı nedeniyle kendisine bir meşruiyet alanı bulmuştu. Hatta bu meşruiyet alanı ona altın tepside sunulmuştu.
AK Parti dönemi başladığında eski devlet aklında radikal değişim yaşandı. Bu durum bizzat AK Parti’nin ayırıcı özelliklerinden birisiydi. Recep Tayyip Erdoğan’ın 2005 Diyarbakır konuşması gerçekten bir milattı; zaten parti programında bu soruna nasıl bakıldığı çok netti.
Yazının ilk cümlesindeki tespitin bugün çok daha netleştiği ortada. Bu tespit gerçekten çok önemli. PKK’nın kimyasının doğru teşhisi, bu sorunun çözümünde hayati önem taşıyor. Özal’dan beri tüm süreçlerin örgüt ve arkasındaki güçler tarafından tuzaklara dönüştürülmesi de bu kimyanın özelliklerinden kaynaklanıyordu.
PKK gibi örgütler üzerinden Türkiye ve Ortadoğu’yu dizayn etmek…
PKK’nın Türkiye ve Kürtlerle ilgisi, Türkiye’nin Suriye politikalarını kısıtlama yönünde ülke içindeki istikrarı yok etmekle sınırlıdır. Bu noktada tabii ki Kürtlerin ve Türklerin birbirine düşman edilmesi, mümkünse karşı karşıya getirilmesi gerekiyordu.
Ne Suriye’deki iç savaşı Türkiye’ye taşıyabildiler ne de bu kirli oyuna vatandaşı ikna edebildiler. Türkiye Azez-Cerablus hattının PKK tarafından kapatılmasına müsaade etmedi. ABD’nin ÖSO ile değil de PKK ile Rakka’ya yönelmesi buna bir cevap. DAEŞ’i PKK’yı meşrulaştırmak üzere İngiliz anahtarı gibi kullanıyorlar. Türkiye’yi PKK’ya alıştırmaya çalışıyorlar.
Ama kısa zaman içinde çok mahcup olacaklar ve bir sır vereyim, bu Türkiye’nin ABD ile ilişkilerinde yeni bir paradigma açacak. Tabii Türkiye lehine…
Bugün hâlâ, güya bu konuda yıllarını vermiş yazarlar, çözüm süreçlerinin başarısızlığa uğramasını hükümetin hatalarına bağlıyorlar. Sanki bu uluslararası bağlam hiç yokmuş gibi, PKK ile masaya oturmanın sonuç vereceğini yaymaya çalışıyorlar.
Bu eğer saflık, sorumsuzluk değilse nedir?
AK Parti’yi süreçlerde araç olarak kullanıp, derken bu süreçleri zehirleyip, bir yandan faturayı Erdoğan’a keserek tek milli kaleyi devirmeyi, Türkiye’nin Arap dünyası ile bağını 'PKK devleti'yle keserken, gerekirse Güneydoğu ve Doğu’yu Suriyeleştirerek bu kötücül planı uygulamak istediler.
Sayın Erdoğan’ın ABD’ye “Müttefikin kim artık seç. Türkiye mi, PKK mı?” çıkışları bununla ilgili. Genelkurmay Başkanı Sayın Akar’ın “ahitleşme” uyarısı da öyleydi…
Gezi krizinde, tabii ardından gelecek 17/25 Aralık ve MİT TIR’ları darbesi de planlanmıştı. Bu süreçte Öcalan’ın kitleyi sözüm ona sokaktan uzak tutması, 6-8 Ekim’de indirilecek olan darbeyi gizlemek, hükümete güven telkin etmek içindi. Gezi, 17/25 Aralık darbeleri başarısız kalınca MİT TIR’ları ve 6-8 Ekim ayaklanmasını devreye aldılar.
Gezi bileşenlerinin, PKK’nın, FETÖ’nün, CHP’nin ve medyalarının aynı yerden yönetildiği veya bu amaç için manipüle edildiği ortaya çıkmıştır.
Hangi ülke, en yakın müttefikinin ülkesinde yüz binlerce can yakan, darbeye kalkışan bir örgüt liderine Pensilvanya’da 400 dönüm yer verir ve onu himaye eder?
Sayın Erdoğan “O silahları betona gömecek, koordinatlarını verecek, bunu yapmazsanız da bu ülkeyi terk etmek zorunda kalacaksınız” derken, sadece PKK’ya mı sesleniyor sanıyorsunuz.
Siz bizi aptal mı sanıyorsunuz?