“Son dönemlerde kutuplaştık biraz tabii. Bunu çözmeliyiz. Türk insanını çok seviyorum. Başka bir örneğimiz yok dünyada. Dünya da bizim farklılığımızı anladı. Vesayet istemediğimizin farkına vardı. Üzerimizde bugüne kadar hep askerin baskısı vardı. Bu kalktı artık çok şükür. Hükümet bir şey yapardı. Askerin işine gelmez baskı yapardı. Ülke sağcı mı solcu mu belli değildi. Sol kalkarsa sol indirilir, sağ kalkarsa sağ indirilirdi. Seçimlerden sonra da, bu yeni dönemde de artık iyice ortaya çıktı ki, bu ülkenin çoğunluğu Müslüman ve Müslüman hayatı yaşıyor. Olayımız bu. Karşı tarafın kızmasının, dövünmenin alemi yok. Bu topraklarda o söyledikleri gibi ‘laiklik de elden gitmez’, gitmedi de. Kimse korkmasın. Ülkemizin gerçeklerini kabul edersek hepimiz daha mutlu olacacağız. Ben mesela, okullarda Atatürk sevgisini otomatikman pek çok çocuk gibi aldım bünyeye. Ama Peygamberime de âşığım, ne var bunda!”
Bu sözler Sabah gazetesinin Pazar ekinde Mazhar Alanson’un verdiği mülakattan. Sosyal medyada bu sözleri üzerine ciddi manada lince uğramış Alanson. Alanson ki, hiçbir siyasal kesim ayırt etmeden herkesin gönlüne girmiş, sanatçı sıfatını hak etmiş bir duayen. O da bu linçten kurtulamamış.
Tabii sosyal medyayı hafifsememekle birlikte, sanal ortamda olup bitenlerin toplumu tam olarak yansıtmayabileceğini de akılda tutmakta fayda var.
Ben de bu söyleşide neyin bu kadar tepki çektiğini anlamaya çalıştım ve zurnanın zırt dediği iki durum tespit ettim. Krizi çıkaran cümle Alanson’un Hz. Peygamberi de, Atatürk’ü de sevdiğini aynı cümle içinde telaffuz etmiş olması. Bu durum, dikotomik, yani zıtlıklar dünyasında yaşayanlar için kabul edilemez bir durumdur. Ya orada, ya da burada, ya oraya ait, ya da buraya ait olmak zorundasındır.
Alanson zıtlıkları bulanıklaştırıcı bir cümle kurduğunda, birçokları altlarındaki zeminin çekildiğini hissetmiş olmalı. Alanson mesela sadece Hz. Peygamberi sevdiğini, hatta Atatürk’ten hazzetmediğini söylese eminim daha az tepki alırdı. Çünkü bu zıtlıklar dünyasını besleyen bir tutum olurdu. Oysa Alanson, normalleştirici bir cümle kuruyor ki, radikal kesimler bundan hiç hazzetmezler.
İkinci nokta ise, Alanson’un her kesime, özellikle de laikçi kesime seslenen, itibarlı bir sanatçı oluşudur. Söz, onun öznesi ile tamamlanır çünkü. Alanson böyle konuşmakla sanat camiasına/topluma “kötü” örnek olmuş, onlara “kormayın” demiş mukavemet ve tahkimatı zararlandırıcı bir iş yapmıştır. Kırk yıllık solcuların ABD Türkiye’yi tehdit ettiği için keyiflendiği bir savrulmada, o savrulmanın bedeli bu kadar büyükken, yani hiçleşmekken, Alanson’un bu sağduyulu sözleri onların sırtında bir hançer hissi vermiş olmalıdır.
Ne yapalım; bu da bizim hikayemiz. Atsan atılmaz, satsan satılmaz. Böyle böyle normalleşeceğiz işte.