Kılıçdaroğlu’nun kadınlarla ilgili kabul edilemez sözlerine nedense hak alanlarını kendi doğal mecraları gören kesim ve kuruluşlardan bir tepki gelmedi. Kılıçdaroğlu erkek şiddetini meşrulaştıran, doğallaştıran, sıradanlaştıran çok net ifadeler kullandı. İşin sorunlu kısmı sadece bu da değil. Para kazanmakta zorlanan, gündelik hayatta sıkıntı yaşayan her erkeğin potansiyel katil olduğunu da ilan etti Kılıçdaroğlu. Böyle canımızı acıtan bir konuya ana muhaefet partisi genel başkanı düzeyinde bir meşruiyet kazandırılmış oldu.
Bu uzun süredir üzerinde durduğum “eleştiri” müessesesinin bu kesimler tarafından nasıl içten içe çökertdildiğinin, suiistimal edildiğinin bir kanıtı. Kadın, çocuk, hayvan ve çevre konusunda etik/objektif bir yaklaşımdan ziyade, nasıl olur da toplumun hassas olduğu bu konuları siyasi cephaneliğe çeviririz mantığı geçerli. İnsan hakları, özgürlük konuları da bu torbanın içine atılmış durumda. Hedef seçilen siyasi muhataba karşı bu cephaneler önyargı, çarpıtma ve olgusallıktan uzaklaşarak toplanıyor ve harcanıyor. Kılıçdaroğlu’nun da bu kadar rahat davranması, bu kuralı ve zaten o ne söylerse söylesin ona dokunulmayacağını bilmesinden.
Ben Kılıçdaroğlu’nun canlı yayında karısını dövse bile, ki çok başarısız bir siyasi olduğu için kendi tezine göre buna hakkı var, söz konusu kesimin herhangi bir tepki vereceğini düşünmüyorum.
Benzer bir durumu geçenlerde değerli dostum Semih Kaplanoğlu’na yaşatmışlardı. Sunucu Meltem Cumbul’un Kaplanoğlu’nun elini sıkmaması ve düşkün açıklaması, aslında ciddi bir şiddet girişimiydi. Ama tabii yine suskunlukla, hatta takdirle karşılandı. Böylelerine göre insanları politik kimliği, inancı veya hayat görüşüne göre sınıflandırmak mümkün. Çok sert bir kast sistemi var ve kendilerinden olmayanlara karşı her türlü linç ve infaz mekanzimaları hemen çalışmaya başlıyor.
AK Parti dönemindeki öfkelerinin nedenlerinden birisi de bu yetki ve gücü kaybediyor olmalarından. Ahmet Kaya’yı ve daha nicelerini hatırlayın. Nice insanın hayatını kararttılar ve edevat kutusu onlarda olduğu için her seferinde kendilerini temize çektiler. Artık öyle bir imtiyazları yok ve bundan ötürü son derece sinirliler.
Buğday…
Bu arada Semih Kaplanoğlu’nun “Buğday” filmine mutlaka gitmenizi öneririm. Külliye’deki galada filmi seyretme imkanım oldu. Gerçekten en az birkaç kez izlenmesi gereken, üst kalitede bir yapım olmuş. Aldığı ve alacağı ödülleri sonuna kadar hak edecek bir film. İnsan böyle bir yapımı seyrederken gurur duyuyor.
Semih Kaplanoğlu ve filmin senaristi yine değerli dostum Leyla İpekçi’yi gönülden tebrik ediyorum.