Çağlayan Adliyesi’ndeki şova kimler katılmadı ki... Paralelci, kumpasçı polisleri kimler desteklemedi ki... Bir taverna org sanatçısı eksikti, o da olsaydı bir iki tuşa basıp şöyle diyecekti:
-Ooo, CHP milletvekili falanca da buradalar, ooo köylülere takla attıran eski içişleri bakanımız da buradalar, hoş geldiniz sayın ulusalcı hocam, safalar getirdiniz Hocaefendinin sayın şakirtleri, liberal kuyruk beyler arkada kalmasın, oğlum ön masada tuzluk eksik, çabuk sofrayı donat, hah tuzluklar da geldi.
Gördüğünüz gibi bugün cumartesi ama felsefi konulara değinmiyorum, seçime kadar ara verdim. Size Erdoğan liderliğindeki Türkiye’deki değişimi anlatacağım. Beğenmeyenler de olsa çeşitli alanlardaki altüst oluşların varlığı herkesin üzerinde birleştiği bir olgudur. Burada bunları saymayacağım ama Erdoğan’ın sadece bir devrimi hepsine bedeldir: Bugüne dek kendine ulusalcı diyen, dini hizmet cemaati olduğunu söyleyen , demokrat ve liberal geçinen, Atatürk’ün kurduğu partinin yöneticisi olarak dolaşan bir dizi şarlatanı ortaya çıkarma devrimi. Şairin ‘bir devrim gelecek devrimleri devirecek’ dediği bu olsa gerek.
Bundan 5 yıl öncesine kadar ülkede bir maskeli balo yaşanmaktaydı. Görünüşte büyük bir kamplaşma vardı: O zamanki adlandırmayla cemaatçiler (ve onların kuyruğu liberaller) ile ulusalcılar. İki tarafın medyası ve yazarları birbirlerine yakası açılmadık küfürlerle saldırıp okuyucularını coştururlardı. Etkilemeyi başardıkları kitleyi birarada tutmak için komplo teorileri gündeme sokar, en hafifinden ihanetle başlayan suçlamalar üretirlerdi. İşte Erdoğan döneminin en önemli değişimlerinden biri, birbirine düşman görünen bu iki grubun elebaşılarının bugün açık açık can ciğer kuzu sarması haline gelmesidir. Ne oldu da tıpış, tıpış bir araya gelip Erdoğan’a karşı birleştiler?
F tipi ile F liberal medya eskiden kendini bombalatmakla suçlayacak kadar diş biledikleri ‘Cumhuriyet’ gazetesini göklere çıkarıyorlar. Ulusalcılar ise CIA ajanı ve PKK militanı yaftası astıkları CHP milletvekiliyle omuz omuzalar. Hepsi aynı safta Pensilvanya’nın önerdiği çatı adayı İhsanoğlu’nun arkasındalar.
Paralel yapıya karşı çıkan çok sayıda ulusalcı ve gerçek Atatürkçüyü bu güruhtan saymıyorum. Zaten direnenlerin çoğunun yakın zamana dek mağduriyet yaşamış olmaları F tipi yapılanmanın neden bazı medya mensuplarına dokunmadığını da yeterince açıklıyor.
Maskeleri düşüren süreç aslında 5 yıl önce Erdoğan’ın Davos’ta telafuz ettiği iki sözcükle açılmıştır:
‘One minute’.
Bu iki sözcükle tarih viraj almış, nehir yeniden kendi yatağında akmaya başlamıştır. Türkiye’nin Ortadoğu’da söz sahibi olması gizli-açık İsrail dostlarını harekete geçirmiştir. Onlar o zamana kadar taktıkları ulusalcı veya cemaatçi-liberal maskeleri atıp ortaya çıkmak zorunda kalmışlardır. Tüm çabaları boşa çıkınca da toplanıp, bir araya gelmişlerdir. Çağlayan’daki tavernanın nedeni de budur.
Bir de medyada ‘bu AK Parti ile Cemaat arasında bir çatışmadır’ propagandası yaparak kaçak güreşenler var. Her kademesiyle şeffaf ve yasal, halkın yarısının oyunu toplamış koskoca bir siyasal parti ile gizli, mesihçi, merkezi dışarda bir yapılanmayı karşılaştırmak ne mantıkla ne de insafla bağdaşır. Bunu söyleyenler paralel yapının İsrail’e giden otobüsüne arka kapıdan atlayanlardır.
Gecikmiş bir bayram fıkrası:
Anıtkabir önünde 10 Kasım’da iki kişi gazete satmaktaymış. Çıkışta biri önünde bir yığın ‘Taraf’ gazetesi, ‘Taraf, Taraf ‘ diye bağırmaktaymış ‘asker vesayetine karşı demokrasiden taraf’. Onun hemen yanında da bir başkası önünde pek azalmış ‘Sözcü’ gazetesi demeti ‘cumhuriyetin sözcüsü’ sloganını atmaktaymış. Tabii Anıtkabir’den çıkanlar ‘Taraf’ satıcısına kötü bir bakış fırlatıp hemen ‘Sözcü’ye yönelmektelermiş.
Bu arada ak saçlı biri ‘Taraf’ satan gence sormuş:
-Evladım, bu gazeteyi satacak başka yer bulamadın mı, bak burada herkes ‘Sözcü’ alıyor.
Genç, yanındaki diğer satıcıya dönmüş ve seslenmiş:
- Adama bak Salamon, bize ticareti öğretecek.
Olayın özü budur.