Geçen hafta sonu Batı Avrupa’da yine kaçak at eti operasyonu yapıldı. Bu konu dönem dönem gündeme gelir, birileri piyasaya tonlarca çok ucuz at eti sürer. Bu olanaktan yararlanmak isteyen hazır gıda üreticileri de fırsatı kaçırmak istemez, bunlardan kimileri kontrole takılır, kimileri de bol miktarda at etini yüzde yüz sığır eti damgalı ürünlerine katmayı başarır. Endüstri kölesi olmuş tüketiciler de bu hazır yemekleri afiyetle midelerine indirirler. Ama benim konum at eti değil.
Avrupa’daki göçmen sorunuyla 30 yıl uğraşmış biri olarak söyleyebilirim ki, kaçak at etinin bol miktarda piyasaya sürülmesi Doğu Avrupa’dan Batı’ya yeni bir göç dalgasına işaret eder. Doğu Avrupa köylüsünün ve özellikle Çingenelerin hayatında atın çok önemli bir yeri vardır. Bu bölgelerde at arabası hâlâ revaçtadır ve ülkelerini terk edip Batı’ya göçmek isteyenlerin ilk yaptıkları iş atlarını kesip satmaktır.
Bir ailenin hayatta kalabilmek için yıllar boyu varlığına alıştığı bir canlıyı kesmek zorunda kalması oldukça acıklıdır. Ama Avrupa’da Doğu’dan Batı’ya göç edenleri başka acılar da beklemektedir. Doğu Avrupa ülkelerindeki komünist rejimler yıkılana kadar Doğu’dan Batı’ya gelenler çok iyi karşılanır, ayaklarının altına kırmızı halılar serilirdi. Ama bu ülkelerin hükümetleri Batı kapitalizmine biat ettikten sonra Doğu Avrupalılar ve özellikle Çingeneler yeniden aşağı ırk muamelesi görmeye başladılar. İkinci Dünya Savaşı’nda silahla gerçekleştirilemeyen ırk ayrımı bugün Batı Avrupa ülkelerinde bir realite olmuştur. Fransa’da, Hollanda’da bu insanlar her gittikleri yerden kovuluyor, Çingeneler hastalık ve bakımsızlıktan ölen bebelerini gömmeye mezarlık dahi bulamıyorlar. Her hafta Batı Avrupa havaalanlarından sınır dışı edilenleri Doğu’ya taşıyan tehcir uçakları kalkar. Doğu Avrupalılar içinde ancak doktor, mühendis gibi meslek sahipleri ya da teknisyenler, o da çok ucuza çalışmayı kabul ederlerse Batı’da barınabilirler.
Doğu’dan Batı’ya et ticareti sadece at etiyle sınırlı değildir. Bulgaristan, Romanya, Moldavya gibi ülkelerde köylere bazen konvoy halinde lüks cipler gelir. Başlarında genellikle Hollandalı bir patron, yanlarında bir Balkan ülkesinden korumalar ve yerli iş takipçileri vardır. 14-15 yaşlarındaki kızlar aileleri tarafından ayda 500 avroya kiraya verilir. Köylüler o kızları genellikle bir daha asla göremez. Onlar köledir, ailelerine vaat edilen parayı, günlük 50 avro kokain masrafını, 40 avro yardımcı bayan ücretini, ayda 500 avro ev giderini, korumanın harçlığı dışında bir de ödemeleri gereken vitrin kirasını çıkarabilmeleri için durmaksızın çalışırlar. Amsterdam, Anvers gibi uygar kentlerde kadınlar elbisesiz olarak gelip geçene teşhir edilir. Bir kısmı Türkiye’den gelen turistler de bu ‘çağdaşlığı’ ağzı açık seyreder. Bu vitrinlerin 6 saatlik kirası 250 avrodur. Vergi müfettişi, kadın etini nerdeyse çengelde pazarlayan işletmeciden devlet adına vergisini de toplar. Liberal solun ‘seks işçiliği’ olarak tanımladığı bu insanlık dışı durum aslında tabii ki köleliktir ve kanunla yasaklanmalıdır.
Doğu Avrupa göçmenlerinin yaşamı, kimse kendini kandırmasın, liberal kapitalizmin ırkçılık boyutunun da açık bir örneğidir. Batı, Doğu’yu madden ve manen tüketmiş, şimdi yok etmekle meşguldür. Batı toplumları, Slavlara ve ayrıca Ortodoks Hıristiyanlara üstünlük taslamaktadır. AB içinde ırkçı bir hiyerarşi mevcuttur ve neyse ki artık Batı’nın kendi halkı da buna tepki göstermeye başlamıştır.