ABD Başkanı Trump’ın YPG’ye ağır silah ve teçhizat verilmesini içeren kararı onaylamasından sonra, yaşanan sorun daha ciddi bir boyuta ulaşmış oldu.
Tabii burada ABD’nin ve diğer koalisyon güçlerinin YPG’ye zaten silah verdikleri söylenebilir; ancak bunun Başkan onayıyla resmiyete dökülmüş olması, zamanlamanın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD ziyaretinden önceye denk getirilmesi kritik bir durum.
Bu kararın ABD yönetimi içinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD gezisini engellemek isteyenlerin oyunu olduğu iddia ediliyor. Çünkü Obama artıkları, Erdoğan’ın Suriye konusunda Trump’ı ikna edeceğinden korkuyordu. Türkiye içinde Esed ağzıyla konuşanların birden sözüm ona “yurtsever” kesilerek “Erdoğan’ın asla ABD’ye gitmemesi” kampanyaları da aynı amaca dönüktü.
Böylelikle bu ziyaretin ne kadar önemli olduğunu anlayabiliyoruz. Cumhurbaşkanı Erdoğan soğukkanlılıkla ziyaretin gerçekleşeceğini ve konuyu Trump ile müzakere edeceğini açıkladı.
Suriye’de meselenin Esed’den kurtulmak, Suriye iç savaşını bitirmek mi, yoksa DEAŞ’ı yok etmek mi olduğu konusu iyice karışmış durumda. Çünkü üç amaç da aslında birer ambalaj. Temel meselenin ise, İpek Yolu’nun ihyasını engellemek, Türkiye’nin güney sınırı boyunca düşman bir “uydu devlet” yaratmak olduğu görülüyor. Hatta bu terör koridorunun kimin kontrolünde olacağıyla ilgili bir rekabet de söz konusu.
Bu koridorun Akdeniz’e ulaştığı noktada, kuzeyde Şahdeniz, güneye doğru Irak petrol ve doğalgaz rezervlerinin geçiş noktası açısından Türkiye’ye alternatif bir hat oluşturulacak. Bu aynı zamanda Türkiye’nin etkili bir dünya aktörü olmasını engelleyecek bir istikrarsızlık alanı da yaratacak. Mezhep savaşları ve etnik huzursuzluklar açısından belki bir yüzyıl daha yakıt sağlanmış olacak.
Türkiye’nin Gezi’den beri istikrarsızlaştırılma çabasının temel nedeninin bu harita değişikliği olduğu ortada. Türkiye kendi içine kapatıldığı oranda, bu denklemi bozacak hamleleri yapamayacak, aynı zamanda ülkenin çözülme süreci başlatılmış olacaktı.
Yeni dünya düzeni işte Türkiye’nin merkezinde olduğu bu coğrafyada böylece kurulmak isteniyor. DEAŞ bu hedef için muazzam bir manivela işlevi gördü. PKK/YPG aynı şekilde denklemde yer buluyor. FETÖ’nün yıkıcı pratikleri, Avrupa’nın düşmanca tavrı bu kötücül resmi tamamlıyor.
Ancak Türkiye inanılmaz bir reaksiyon göstererek 15/16 Temmuz’da diriliş aşamasına geçti ve bir ay sonra da Fırat Kalkanı’nı gerçekleştirerek bütün dünyayı şaşkına çevirdi. Bununla da kalmadı ve toplumsal barışının bozulmasına müsaade etmeyerek, yapısal anlamda devrim niteliğinde bir anayasa değişikliğini başardı.
Bunlar toplam 9 ay içinde oldu.
Burada tüm şehitlerimizi mutlaka anmamız lazım. Terörle mücadelede, Fırat Kalkanı’nda ve 15 Temmuz’da yitirdiğimiz tüm şehitlerimiz için Allah’tan rahmet diliyorum. El Bab şehidi Binbaşı Bülent Bayraktar onlardan sadece bir tanesi…
İşimizin kolay olmadığı ortada. Ancak, Cumhurbaşkanı Erdoğan Türkiye’nin kaderini değiştiren işte bu 9 aylık kritik mücadeleden sonra ABD’ye eli çok daha güçlü gidiyor.
Böyle bir süreçte yerli ve milli davranmayan, uluslararası operasyonlara içeriden destek verenleri yargılayacak olan millet ve tarih olacaktır.
Ülkesiyle bağlarını yitirmiş, milli duygularını kaybetmiş sözde yerli aktörlerin yıkıcı girişimleri bu aziz milletin şehadeti ve kararlılığından sekti. Gerçekten büyük ihanetlere tanık olduk.
Türkiye için zor olan bu süreç, aynı zamanda büyük fırsatlar içeriyor. Bu zor süreci, sert ve yumuşak gücümüzü doğru zamanlama ve soğukkanlılıkla kullanarak lehimize çevirebiliriz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD’ye gitmemesi ve krizi derinleştirme yönündeki gündem işte böyle bir tuzaktı ve başarılı şekilde etkisiz kılındı.
Vatandaşların Sayın Erdoğan liderliğine, tecrübesine güvenmesi ve soğukkanlı olması çok önemli. Gündemimize birliğimizi bozmaya dönük suni olaylar sokulmaya devam edecektir. İç kamuoyunun yanıltılmasıyla yönetimin dengesinin bozulması istenecektir.
Bunlar ezberlediğimiz yöntemlerdir.
Hepsi boşa çıkacak, Türkiye güçlenerek yoluna devam edecektir.