Başbakan Erdoğan'ın 'iddialı bir isim' olduğu ortada.
Çalışkan olduğu da...
Bu iki özelliğini iç siyasette gösterdiği gibi dış politikaya da aynen yansıtıyor.
'Oyun değiştirici', hatta yer yer 'oyun kurucu' gibi davranıyor.
Hep masada kalmaya çalışıyor.
İçeride ve dışarıdaki söylemlerini daima bu zemine oturtuyor.
Mısır salonlarında ayakta alkışlanan konuşmalarını televizyondan izlerken, bir Türk vatandaşı neler hissedebilir?
Hele uluslararası ilişkilerden, Ortadoğu dengelerinden, Mısır-Türkiye ikili tarihinden az çok haberdarsanız...
Hoşunuza gidiyor değil mi? Benim gidiyor.
Ama bugün biraz farklı bir pencereden bakmak istiyorum. Erdoğan'ı dinlerken kalbimin duyduğu heyecanla, zihnimde oluşan endişeler birbirine karışıyor.
Sadece Kahire çıkışı, İsrail'e yönelik suçlamaları değil. Ekonomide, 'IMF'ye borç veriyoruz' söylemi...
Reyting kuruluşlarına, tıpkı CHP'ye kullanılan jargonla suçlama yöneltmek.
Birleşmiş Milletler'in yapısını sorgularken dile getirilen ifade ve argümanlar...
BDP'yi eleştirirken yer yer kullanılan üslupla Avrupa Birliği'ne kafa tutmak...
Bakın bunların hepsinde haklılık payı var. İsrail insanlık dışı bir katliama kalkışıyor, doğru. Birleşmiş Milletler sessiz kalıyor, gerçek. Reyting kuruluşları ideolojik davranıyor, tamam.
Erdoğan yerden göğe kadar haklı da olabilir. Hiç oralarda değilim bugün.
Hissettiğim bir tehlikeye işaret etmek durumundayım. Bir uyarıda bulunmak ve sorgulama ihtiyacına dikkat çekmek...
ERDOĞAN'IN DÜNYADAKİ YERİ
Liderlerin iddialı olması iyidir, milletin gururunu okşar. Kitleler, pasiflik değil, aktiflikten hoşlanır.
Fakat retorik aynı zamanda 'tehlikeli bir bumerang' değil midir?
'Zirvelerin rüzgarı sert eser.'
Acaba Türkiye, 'oynamaya başladığı yeni rolü' hakkıyla taşıyabilecek altyapıya şu anda sahip mi?
Uluslararası ilişkilerin 'devletlerin kendi çıkarları' doğrultusunda kurulduğu belli.
'Türk'e Türk'ten başka dost yok' söylemi mantıksız. Elbette yok. Hiçbir milletin başka dostu yoktur. 'Stratejik ortaklık' veya 'model ortaklık' gibi tanımlamaları da çok önemsemem.
Üzerinde düşünmemiz gereken, 'Türkiye'nin gücünün gerçek boyutu'.
Gerçeklik duygusunu katınca, 'peki bunu nasıl artırabiliriz' arayışı.
On yıl öncesine göre ciddi gelişme kaydettiğimiz tartışma götürmez.
Ama 'orantısız bir söylem ve eylem içinde olduğumuzu' düşünüyorum.
Dünyada güçler dengesinin değiştiği sır değil. Çin ve Hindistan'ın, Asya'nın yükselişte olduğu da.
Onları güçlü yapan özelliklerden hangisi bizde var, sorguluyor muyuz?
'Türk asrının yakın olduğuna' inanan biriyim.
Ama doğrusu o noktadan uzağız ve ne ekonomideki büyüklüklerimiz, ne sanayideki altyapımız, ne nüfus ve kültürel dokumuz ne de askeri varlığımız bizi şu anda 'küresel güç' yapar.
Gidecek daha çok yolumuz var.
Washington, ne kadar yakın ilişki içinde olursak olalım, Türkiye'yi süper lige çıkaracak atılımlara geçit vermez. İşte; vermiyor.
Onların çizdiği çerçeve 'ABD ile uyumlu bölgesel bir güç konumuna' pozisyonlanmamız.
Kürt konusu ve PKK sorunu, Türkiye'nin Ortadoğu'daki ve dünyadaki konumunun en hayati belirleyicisi.
Nasıl çözeceğiz?
Daha doğrusu çözüm dedikleri nedir?
Biliyor muyuz?