Bugün, on yıl öncekine göre farklı bir ülke olduğumuz muhakkak. Mesele 'değişimin yönü...'
'Türkiye nasıl dönüşüyor?' dizi yazımızda bugün, 'Gerçekten daha muhafazakar bir toplum haline mi geliyoruz?' sorusuna bakıyoruz.
Bin kere de olsa tekrarda fayda var. Ekonomi bütün parametrelerin üzerinde. Üç dönemdir süren tek parti iktidarının yarattığı istikrar, sosyal ve siyasal gelişmelerin ana taşıyıcısı.
AKP'nin seçim başarılarının sihri burada gizli. İdeoloji değil.
Günün birinde iktidardan uzaklaştığında da bunun sebebi ekonomi olacak.
İstikrara dayalı ekonomik gelişmeyi sürdürdükçe kazanacağına ise şüphe yok.
Düne göre ülkenin daha dindar olduğunu düşünmüyorum.
Daha muhafazakar olup olmadığı ise tartışma konusu.
Yanıt, ekonomik gelişmeyle de bağlantılı.
Klasik manada bir orta sınıf demeyeceğim, Anadolu'dan yükselen yeni bir sosyal tabaka ağırlığını hissettiriyor, bu doğru.
Yaşam biçimleri ve gündelik hayat tercihleri elbette Türk burjuvazisinden farklı.
İstanbul iş dünyasında onları görmeye başladık. Megakentin en büyük binası Bitlisli Kiler Ailesi'nin; bir sembol.
Bunlar doğru ama milyar dolar büyüklüğündeki yatırımlardaki işadamları eski dönemlerden bildiğimiz isimler. Ters gelse de söylemeli; AKP'nin kendi yarattığı büyük işadamı sınıfı diye bir gerçeklik yok. Dev projelerde bakıyorsunuz yine önceki iktidarlara yakın işadamları, holdingler boy gösteriyor. Diğerleri orta büyüklükte sayılır.
DÖNÜŞÜMÜN KİLİDİ MEDYADA
Daha muhafazakar olup olmadığımız bağlamında medya konusu ayrı ve büyük bir parantezi hak ediyor.
Anadolu iş dünyası medyada görünür hale geldi. Haliyle yaşam tercihleri de...
Medya kendi içinde çeşitlendi. İlan ve haber anlamında içerik değişti, talepler de. Merkez medyanın amiral gemisi Hürriyet'ten başlayarak bütün gazeteler payını aldı. Hürriyet'in okuru içinde CHP'li oranı eskiden yanlış hatırlamıyorsak neredeyse yüzde 50'lere dayanmışken bugün 38'e kadar indi, AKP'li okur oranı ise yüzde 30'a yaklaştı.
Şehir Tiyatroları diyoruz ya...
Bugün söz söyleyen siyaset erbabı veya kalem oynatan basın mensuplarının kaçı Şehir Tiyatroları'na gidiyor bilmiyorum. Tiyatrolardaki kalitenin son dönemde belirgin biçimde arttığı, oyunlara bilet bulunamadığı, hepsinden önemlisi salonlarda ciddi oranda başörtülü kadınların olduğu gözden kaçıyor.
Muhafazakarlıktaki artış algısı 'görünür olmak'la ilgili. Başörtülü kadınların kamusal alandaki varlığı, trafikte araba kullanma oranlarındaki artış gibi imaj yaratıcı değişimler bunu etkiliyor.
Son dönemde Türkiye'nin yönünün değiştiği tartışmaları ağırlıklı olarak Başbakan Erdoğan'ın söylemlerindeki sertlikle ilgili. Dindar nesil, 4+4+4 uygulaması, imam hatiplerin gözbebeği olacağı açıklaması, milli bayramlarla ilgili değişiklikler gibi tamamen siyasal amaçlı retorik, o kadim korkuları yeniden canlandırdı. Telaşa mahal yok. Kritik iki buçuk yıl, geliyor. Üç seçim, bir de referandum kapıda. Belli ki; yeni anayasa yazımında 'başkanlık sistemini tartışacağız.'
Dindarlık-muhafazakarlık bağlamında köklü ve derin entelektüel analiz için iki yazıyı tavsiye ederim. Birisi, Hilmi Yavuz'un Neşe Düzel'e verdiği röportaj, diğeri, dün Yeni Asya'da yayımlanan 'toplum tepeden dindarlaştırılamaz' konulu Alper Bilgili'yle yapılan söyleşi...
Ortaya çıkan şu ki, artan şey biçimsel Müslümanlık... Toplumdaki güç ilişkileriyle doğrudan bağlantılı... Yarın iktidar değiştiğinde manzara yeniden değişebilir.
Bana soranlara hep şunu söylüyorum: 'Muhafazakarlık artıyor' değil. 'Toplum dindarlaşıyor' hiç değil. Var olanın görünürlüğü ve Anadolu orta sınıfının hissedilirliği artıyor.
Bununla bağlantılı olarak, Cumhuriyetin kazanımlarından endişe eden kesimlerin bugüne dair değil, geleceğe dair korkuları çoğalıyor.
Bugünün meselesi, iktidarın ve onun güçlü başbakanının o endişeleri gidermeye, eskiden olduğu gibi öncelik vermiyor oluşu. Bunu da siyasal hedeflere bağlıyorum ve geçici görüyorum. Toplumsal talepler iyi incelendiğinde Türk-Kürt, Alevi-Sünni, Laik-İslamcı ayrışmasının köklü olmadığı apaçık ortada. İş, yüksek siyaset katının ayrıştırıcı değil, uzlaştırıcı bir dil ve uygulama pratiği edinmesinde. Yeni anayasa yapılabilir mi emin değilim ama yapılabilirse de bunun daha muhafazakar bir ülkenin toplumsal sözleşmesi olmayacağını söyleyebilirim.