Zor zamanlardayız...
İyimserliğin yükseldiği, kötümserliğin de arttığı...
İleriye gittiğimiz, geriye düştüğümüz...
Ekonominin büyüdüğü, fakirliğin de çoğaldığı zamanlar.
Özgürlüklerin genişlediği, korkuların arttığı...
Hoşgörünün zirve yaptığı, hoşgörüsüzlüğün de yükseldiği...
Böyle zamanlardayız işte.
Her şeyin değiştiği ama her şeyin aynı kaldığı zamanlar.
'Dönüşüm çağı'ndayız.
Sorun, hakkıyla 'siyaset yapılmıyor' oluşunda.
Bu olup bitenlerin, şahit olduklarımızın, seyrettiklerimizin ve politika diye bildiklerimizin siyaset olduğuna inanmıyorum.
Bu kısırlığın, bağırış çağırışın politika üretme gibi sunulmasına itirazım var.
Hayır, bunun adı siyaset değil, çatışma üretimidir...
Bedelini de bütün bir milletin ödeyeceği gerginlik fabrikasyonu...
Önümüzde her yıl birinin gerçekleşeceği
üç seçim var.
Hava ağır.
Tansiyon yüksek.
Değişim dalgasının en üstünde 'AKP'
yer alıyor. Ana taşıyıcı o.
Küreselleşmeye endeksli bir mekanizma.
Sorun şu ki; bu sürecin toplumsal karşılığını üretemiyoruz.
Bir kalitesizlik ve üslupsuzluktur gidiyor.
Kentleşme sorunu her şeyin başında.
Kırsal kesim, kentlere akıyor, iyi güzel ancak 'dönüştürücü liderlik' göremiyoruz.
Asla seçkincilik değil ama gittikçe gündelik yaşamda bir kalite düşüklüğü belirginleşiyor.
Çatışmacı bir dil her geçen gün sisteme egemen oluyor.
Gerçek olduğuna kuşku duyulamayacak Kürt sorunu ile yapay olduğuna inandığım
Alevi-Sünni gerginliği pompalanıyor.
Siyasal yaşamı ele geçiren kutuplaşma toplumsal katmanlara yayılıyor.
Oysa 'yeni bir dünya kuruluyor'.
Ortadoğu onun içindeki yerini arıyor.
Türkiye bir ciddi eşikten geçiyor.
Elbette böylesine tarihsel kırılmalar sessiz sedasız, çatışmasız yaşanmaz.
Yarın öbür gün yeni bir yapı ortaya çıkacak. Türkiye'yi geleceğe taşıyacak bu yapıyı hep beraber oluşturabilecek miyiz?
TÜRK ÇAĞI MÜMKÜN MÜ?
Anadolu'da müthiş bir girişimci grup... Bir de dünyanın dört bir tarafında milyar dolarlık cirolara ulaşan, küresel markaların da başına geçmiş çılgın Türkler...
Adeta Batı'nın modernleşmesini gerçekleştiren burjuva devrimlerinin
Türk modeli olabilir...
Fakat siyaset nerede?
Toplumbilim nereye saklanmış?
Ne kent kültürü gelişiyor, ne gündelik yaşam kalitesi yükseliyor ne de toplumsal bilgelik üretebiliyoruz. Ne sanatta ne sporda yükseliyoruz... Bir tuhaf hallerdeyiz.
İşadamları mutlu, kitleler borçlu...
Ekonomik kalkınma her şeyin önünde tutuluyor. Güzel. Krizlerden korunduk, ala...
Ama aslında siyaseti ıskalıyor muyuz ne?
Çatışmadan uzlaşmaya doğru kurulacak çözüm köprüleri askıda.
Nicedir sadece çatışma ve gerginlik üzerinden yürüyoruz.
Toplum için çok yorucu değil mi?
Söylemler siyasetin içeriğini derinleştirmiyor.
Ülkenin önüne sahici bir vizyon koymuyor.
Bunlar, iktidar-muhalefet meselesi değil.
Hepimizin ortak geleceği söz konusu.
'21'inci yüzyılın Türk çağı' olabileceğine bütün kalbiyle inanan ve bunun tarihsel arka planı olduğunu düşünen biriyim.
'Küresel akışın' ve uluslararası sistemin bu perspektife zemin oluşturduğunu görüyorum.
Ama böylesine kavşakların hepsinde olduğu gibi riskleri de barındırdığı muhakkak. İşte bu aralar öyle günlerdeyiz. Zor zamanlarda.
Sınırların değiştiği, çatışmaların yükseldiği bir dönem.
Bunun iç bünyedeki karşılığı da derin bir huzursuzluk olarak kendini gösteriyor.
Siyaset huzursuz.
Çünkü yaşanan bütün süreçlerin bir değil, en az iki yüzü var.